Köy Enstitüleri: Geçmişten günümüze

Merhaba. Bundan böyle BirGün’de buluşacağız. Ekonomik ve siyasal gelişmelerin bilimsel bir bütünlük içinde irdelenmesi her zaman olduğu gibi yazılarımın esasını oluşturacaktır. Bana bu olanağı sağlayan gazetemizin yönetimine teşekkür ederim.

İlk yazımın konusu, 1954’te kapatılmalarından önce üç yıl eğitim alma olanağı bulduğum Köy Enstitüleri olacak; çünkü bugün 17 Nisan. 80. doğum günü ve üstelik konu son yıllarda oldukça yoğun bir biçimde irdeleniyor.

İŞİN ÖZÜ

Cumhuriyet’in, bilimsel bilginin yol göstericiliğini içeren değerlerinin en özgün ürünlerinden biri olan Köy Enstitüleri 1940’ın çok ağır savaş koşullarında kırsal kalkınma doğrultusunda atılmış bir dev adımdı.

Tarihsel gelişimi sürecinde insanın özgürleşmesi ile daha fazla üretim yapması arasında çok güçlü bir bağ olduğu gerçeği Köy Enstitüleri’nin belirleyici niteliğidir.

Enstitülerde, bilimsel eğitim ile üretimin birleşmesinden doğan bir büyük güç uygulamaya kondu. Edinilen ve her türlü önyargıdan uzak deney, gözlem ve usavurmalarla kazanılan bilgilerin üretimde kullanılması esas alınıyor; bilginin bilimselliğine bu yoldan da ulaşılıyordu. Bilimsel bilgi, bilindiği gibi, mutlak olmayan, doğruluğu ve yanlışlığı tartışılabilen bilgidir.

O yıllarda toplam nüfusun yüzde 80’i köylerde yaşamaktaydı. Esas olarak kendi kendine yeterli, piyasa süreçlerine kapalı ve her bakımdan binlerce yılın insan kişiliğini ezen bağımlılık ilişkilerinin ve her türlü sömürünün yaşandığı bir toplumsal yapı geçerliydi.

Enstitülerin temel amacı bu yapıyı kendi içinden değiştirmek ve dönüştürmekti.

Sayıları kısa zamanda 21’e ulaşan; büyük kent merkezlerinin dışında kurulan; ülke düzeyinde çok dengeli bir biçimde dağılmış olan ve öğrenci seçme yönüyle tüm illeri kapsayan enstitüler, ilkokulu bitiren köy çocuklarının, parasız-yatılı; karma eğitim ortamında beş yıl süreyle eğitim ve üretimde yetiştirilmesi yaklaşımına dayanıyordu. Ülkenin en başarılı eğitbilimci ve öğretmenlerinin, son zamanların bilinen kavramıyla yalnız 7/24 görev yaptığı değil, öğrencileriyle yaşamın her anını paylaştığı bu okullarda tüm çalışmalar, imece yöntemiyle, eşitlik ve özgürlük içinde, dayanışma ve yardımlaşma ile yürütülürdü. Eleştiri özgürlüğü ve yönetime katılma uygulamanın vazgeçilmezleriydi. Enstitü ortamı, insan yaşamını; barışı ve doğanın korunmasını öne çıkarıyordu. O yıllarda yayınlanmasına başlanan, Doğu ve Batı kültürlerinin ortak özellikleri insan aklının özgürleşmesi olan çeviri kitapların doldurduğu kütüphaneleri; fizik-kimya laboratuvarları ve işlikleri elektrik üretimi ile tamamlanıyordu.

Yalnız Türkçe, matematik, temel bilimler, felsefe, mantık ve sosyoloji değil, bunlarla eşit ağırlıklı olmak üzere, temel sağlık, tarımsal üretim, yapıcılık, marangozluk, demircilik türü beceriler ile müzik ve tiyatro başta olmak üzere sanatın tüm dallarında kazanılan donanım, köyün iç devingenlikleriyle canlanması içindi. Okulların kültür ve sanat ekinlikleri çevre köylerin katılımıyla gerçekleşen senliklere dönüşüyordu. Özgün biçimiyle sadece 1940-46 dönemi gibi gerçekten çok kısa bir süre uygulanabilen Köy Enstitüsü olgusu, on yıllardır düşünce düzeyinde canlı kalmasının da kanıtladığı gibi aslında bir büyük başarıdır.

GÜNÜMÜZE GELİNCE

Köy Enstitüsü düşüncesinin son yıllarda yeniden canlanmasının asıl nedeni ülke eğitiminin içine sürüklendiği büyük çöküntüdür. Hemen her gün yeni bir örneği görülen bu çöküntünün en çarpıcı örneklerinden biri, ülke eğitiminin ana gövdesi, çağımızda bilimsel araştırmaların kaynağı olan ve sürekli yararlanılan Evrim Kuramı’nın ortaöğretim ders kitaplarından çıkarılmış olmasıdır. Çok büyük ölçüde dinsel örgütlere terk edilen eğitimdeki yıkım anaokulundan üniversite sonrasına uzanıyor. Her türlü özerkliğini yitirerek özgür düşünce ve araştırma ortamından iyice uzaklaştırılan; yakın yıllarda binlerce bilim insanı kovulan ve tamamıyla siyasal iktidara bağımlı kılınan bir üniversite yapısı var. Dünyadaki bilimsel gelişmelerden giderek uzaklaştırılan bu kurumsal yapı, çok azı dışında, geçtik bilimsel üretimi ve bilimi topluma aktarmayı bir tarafa, doğru dürüst bir çağdaş yüksek eğitim de veremez.

Bu durumda insanlar çağdaş eğitimi, resmi eğitim düzeninin dışında arıyor; çocuğun ve gencin tıpkı Köy Enstitüleri’nde olduğu gibi yaratıcı yeteneklerini serbestçe geliştirebildiği bir eğitim isteniyor. Bu arayışın, son zamanlarda topluma duyarlı yerel yönetimlerce olumlu karşılanması çok doğaldır. Özellikle kimi CHP’li büyükşehir belediyelerinin Köy Enstitüsü düşüncesi bağlamında girişimde bulunmaları, insanın özgürleşmesine ve toplumun demokratikleşmesine tabandan başlayan yeni katkılar yapabilir.

Son yıllarda enstitü konusunda yapılan bir yanlış var. Yukarıda özetlenmeye çalışıldığı gibi enstitü olgusu bir bütündür. Bu nedenle enstitülerin insanın aklıyla ve bedeniyle özgürleştirici özünü oluşturan bilimsel eğitim ile üretim bütünlüğünü birlikte algılamak ve bu alanda bir uygulamaya gidilecekse, hiç olmazsa düşünce düzeyinde bütüncül bir yaklaşım sergilemek gerekiyor. Kuşkusuz günümüzde 80 yıl öncesinin Türkiye’si yok. Ancak yeni uygulamalarda enstitünün temel niteliklerinin bütünlüğünün sağlanmasına özen gösterilmesi; o niteliklerin, yalnız ekonomik ve toplumsal değişimlerle değil bilim ve teknolojideki gelişmelerle de eklemlenmesi başarılı olmanın önkoşulu olarak büyük önem taşıyor.

Yaşanmakta olan Korona olayı tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de insanları ölümle burun buruna getirdi. Yaşamın ve yaşatmanın değeri çok derin bir biçimde içselleştiriliyor. Bu nokta önemli, çünkü bu süreç, gerçekte, insanımızın ölümü övenleri ve ölüme övgüyü iş edinenleri değil, çok doğru bir tutumla, yaşamayı seçmek istediğini bir kez daha ve çok güçlü bir biçimde kanıtlıyor.

Önemli bir nokta daha var. Korona olayı, yine tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de bilimsel bilginin önemsenmesine neden oluyor. Ülke bilimine onca zarar veren AKP iktidarı bile bilimden söz ediyor!

Özetle Köy Enstitüleri’nin 80. doğum gününde yaşamanın, üretimin ve bilimin yükselen öneminin toplumsallaşması çabalarının artırılması gerekiyor.