3 Mart 1992 tarihinde Kozlu’da 263 madencinin hayatını kaybettiği büyük facia yaşanmıştı. Ülkemizdeki ne ilk ne de son olan bu katliamın yaşandığı 3 Mart tarihi, TMMOB tarafından İş Cinayetlerine Karşı Mücadele Günü olarak ilan edildi. Meslek örgütleri bu günün anısına yaptığı etkinliklerle iş cinayetlerine ve iş kazalarına dikkat çekmeye çalışıyorlar.

Hepimizin bildiği gibi işçi sağlığı ve iş güvenliği konusu, ülkemizin en can yakıcı sorunlarından biri. Her yıl binlerce kişi işyerlerinde hayatını kaybediyor, on binlerce kişi ise iş kazaları ve meslek hastalıkları nedeniyle yaralanıyor ya da sakat kalıyor.

Avrupa Birliği verilerine göre Türkiye ölümle sonuçlanan kazalar bakımından Avrupa’da ilk sırada yer alıyor. Yeterli önlemler alınmadığı için kazalar ve ölümler her yıl artıyor.

Mevcut yasal düzenlemeler, iş kazalarını ve ölümlerini önlemekte yetersiz kalıyor. İşçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda köklü ve yapısal sorunlar yaşıyoruz. Bu sorunların temelinde, sermayenin azami kar hırsı ve emek aleyhine politikaları yatıyor. Bu hırsın ve politikaların ürünü olan taşeronlaştırma, özelleştirme, sendikasızlaştırma, denetimsizlik, esnek-kayıt dışı istihdam uygulamaları ağır çalışma koşullarına iş kazaları ve meslek hastalıkları giderek artıyor.

SALGINDA İŞÇİ SAĞLIĞI

Türkiye Covid-19 salgınına 2018 yılından beri yaşanmakta olan ve etkileri devam eden ekonomik kriz koşullarında yakalandı. Emek ve demokrasi güçleri tarafından gündeme getirilen acil ve zorunlu işler dışında ekonominin kapatılması ve diğer bütün işlerin en az 15 gün süreyle durdurulması talebi ve ekonomik önlemler önerileri karşılık bulmadı.

Siyasi iktidarın temel önceliği, salgın nedeniyle üretimini durduran ülkelere karşı avantaj elde etmek olduğu için, işyerleri ve çalışma yaşamı adeta salgınla mücadele programı dışında tutuldu.

Bu süreçte çalışanlar kapanma tedbirlerinden muaf tutuldu, işçiler fabrikalara hapsedildi, şantiyelerde ortaya çıkan vakalar gizlendi, üretim tesisleri filyasyon-izolasyon tedbirleri dışında tutuldu, hasta işçiler zorla çalıştırıldı.

Salgın koşulları altında sağlıkçılar başta olmak üzere emekçiler için gerekli tedbirler alınmadı, “ekonominin çarkları dönsün” denilerek yurttaşlarımız salgına kurban verildi.

Daha salgının başlangıcında, Nisan 2020 tarihinde yayınlanan DİSK-AR raporuna göre, Türkiye’deki toplam Covid-19 pozitif vaka sayısının Türkiye nüfusuna oranı binde 1,3 iken DİSK üyesi işçiler arasındaki vaka sayısının araştırma kapsamındaki DİSK üyesi işçilere oranı binde 4,1 olarak açıklandı.

EN ÇOK ETKİLENENLER

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi derlemesine göre 2020 yılı boyunca 2427 kişi iş cinayetinde yaşamını yitirirken, bunların % 31’i Covid 19 nedeniyleydi. Yine 2021 yılı Ocak ayında 199 işçi yaşamını yitirirken bunların % 41’i Covid 19 kaynaklıydı. Çalışmak zorunda kalan işçiler, salgından en fazla etkilenen kesim oldu.

Hükümetin salgını boyunca ekonomide ve çalışma yaşamında yaptığı düzenlemeler, ne işçilerin sağlığını korumakta etkili oldu, ne de emekçilerin iş ve gelir kaybını engelleyebildi. Düzenlemeler salgının ekonomik ve sosyal sonuçlarını çözmek yerine ertelemeyi esas aldığı için işçiler açısından asıl büyük tehdit, “kısa çalışma ödeneği” ve “işten çıkarma yasağı” uygulamaları sonrasında yaşanacaktır.

Özelikle hizmet sektöründe yaşanan büyük daralma ve iflaslar sonucunda yaşanacak işsizleşme dalgası, ülke tarihinin en yüksek seviyelerine ulaşma potansiyelini taşıyor.

CENDERE

Hepimiz biliyoruz ki, salgınla mücadelenin çok daha insani ve emek yanlısı yöntemleri vardı ve siyasi iktidar bu yöntemi tercih etmedi. İktidarın bu tercihi ile iş cinayetlerinin engellenemiyor olması aynı nedene, sömürü hırsıyla şekillenen sınıf içgüdüsüne dayanmaktadır. İşçileri ölüm ve zulüm arasına sıkıştıran bu sömürü cenderesini kırmamız gerekiyor.

Gerçekleşen iş cinayetleri ve iş kazalarının büyük çoğunluğunun önlenebilir olduğu bilinmektedir. Bilimsel ve teknik ölçütler doğrultusunda atılacak adımlar ile göz göre göre “geliyorum” demekte olan facialara son vermek mümkündür. Bunun için önce insan hayatına ve emeğe değer veren bir yaklaşımın benimsenmesi gerekmektedir.

Bu ülkede işçi ve emekçiler gerçek anlamda toplu bir yaşam mücadelesinin içindedir. Şimdi, bu yaşam mücadelesinde bu salgın süreci yeni bir dönemi karşımıza çıkarmaktadır. İş cinayetleri ve salgınla gerçek bir mücadele, daha sağlıklı, demokratik ve özgür yaşamak, ancak bilimin ışığında işçi ve emekçilerin birlikte mücadelesiyle olacaktır.