Türkiye olağanüstü kritik bir haftaya girdi. Karar verilecek şey; artık İstanbul’da seçimi kimin kazandığı, İmamoğlu’nun belediye başkanı koltuğuna oturup oturmayacağı değil! Önümüzdeki birkaç günde, 1950’de çok parti rejime geçildiğinden bu yana, eksiği ve gediğiyle sandık sonuçlarına saygı temelinde işletilen bir sistemden sonunun gelip gelmediğine karar verilecek! Bu konuda vatandaşların vereceği bir karar yok, onların kararı […]

Türkiye olağanüstü kritik bir haftaya girdi. Karar verilecek şey; artık İstanbul’da seçimi kimin kazandığı, İmamoğlu’nun belediye başkanı koltuğuna oturup oturmayacağı değil!

Önümüzdeki birkaç günde, 1950’de çok parti rejime geçildiğinden bu yana, eksiği ve gediğiyle sandık sonuçlarına saygı temelinde işletilen bir sistemden sonunun gelip gelmediğine karar verilecek!

Bu konuda vatandaşların vereceği bir karar yok, onların kararı belli de, iktidar bir karar verecek. Saray’ı, AKP’si ve MHP’si ile iktidar blokunun belki de çoktan vermiş olduğu kararı birkaç gün içerisinde göreceğiz.

Ya bir çılgınlık yapıp, baskı altına alınmış bir YSK’den “Biz kazanana kadar seçim” kararı çıkartacaklar ya da YSK, kaç gündür ıslak imzalar temelinde kendi web sitesinde de ilan ettiği, “İmamoğlu kazandı” sonucunun gereğini yapacak…

İktidar bloku içerisinde bir tartışma olduğu ve gel-gitler yaşandığı anlaşılıyor. Bahçeli’nin “Seçimi 1 oy farkla bile kazanırsınız” noktasından; dün Moskova yolculuğu öncesi konuşan Erdoğan’ın, “İstanbul’da kalkıp da 13-14 bin farkla bir seçimi kazandım havasına kimsenin girmeye de hakkı yoktur” noktasına gelindi.

İstanbul’da 13-14 bin farkı seçilmek için yeterli görmeyen Erdoğan’ın AKP’si kimi yerlerde 1 oy farkla belediye başkanlıkları kazanmış, seçim akşamı 3 bin oyla kazandıklarını ilan etmişler, ama ne gam!
Erdoğan dün; “Geçmişte Yalova’da, Ağrı’da bunun örnekleri var” diyerek, ABD’de “yüzde 1 gibi sıkıntılı oy miktarı olsa” seçimin yenilendiğini söyleyerek, İstanbul’da da seçiminin yenilenmesi gerektiğini ima etti.

Bugüne kadar sürekli sandığı kutsayanların ve küçücük farklarla sandıktan çıkıp iktidarı devralanların, sandık tanımaz bir yola girmelerinin ona oy veren kesimlerde de vicdanları kanatacağının belirtilerini görüyorum.

Ancak, “Biz kazanana kadar seçim” anlamına gelen bu yola sapıldığında, muhalefetin bu anlayışı onaylamayı ve sonucu önceden belirlenen bir oyunun meşrulaştırıcı figüranı olmayı reddetmesi olasılığını da düşünmeleri gerek!

Muhalefetin boykot edip iktidarın tek başına katılacağı bir seçimin Türkiye’yi dünya ülkeleri arasında oturtacağı yeri aklı başında hiçbir iktidar kabul etmez.

Aslında, Erdoğan’ın İstanbul seçimi için dünkü “neredeyse bütünüyle usulsüz”, “organize suç” tanımlamasından önceki değerlendirmelerini dinlerken, daha akla yakın bir senaryoyu takip edeceklerini düşünüyordum.

Rakiplerini kampanya boyunca; “illet ittifakı”, “zillet ittifakı”, “şer ittifakı” diye tanımlayıp terörle ilişkili ilan eden Erdoğan’ın, seçimden hemen sonra “Dörtlü mekanizma” diye tanımlamasını muhalefeti ve aldıkları sonucu kabullenmenin işaretleri olarak görmüştüm.

“İlçelerin çoğunu biz aldık, belediye meclislerinde çoğunluk bizde, icraatın başında cumhurbaşkanı olarak ben varım, bu durumda bakalım nasıl yönetecekler” anlamında mesajlar veren Erdoğan, muhalefetin kazandığı belediyeleri yeni sistemin verdiği olanaklarla kuşatıp başarısızlığa mahkûm ederek, 2023’te büyük bir zaferle sandıktan çıkmayı planlıyor diye düşünmüştüm.

İçinde olduğumuz en kritik haftada, iktidarın önünde bu iki stratejik tercihin durduğunu söylemek mümkün:

Ya İstanbul seçimini yeniletmek gibi bir yola başvurarak, dünyanın ve muhalefetin gayri meşru ilan edeceği bir iktidar sürdürmeyi göze alacaklar ya da sandıktan çıkan sonucu kabul edip “mevcut meşruiyet”leri içinde muhalif belediyelerin başarısızlığı üzerine bir 2023 stratejisi kurmayı tercih edecekler!

Şimdi AKP böyle bir yol ayrımında ve hangi yola sapacağını da hafta sonuna kadar görmüş olacağız!