Kuhle Wampe’nin, faşizm çukuruna düşmekte olan, işsizlik ve enflasyondan mahvolmuş bir Almanya’da çekilmiş 1932 tarihli bu filmin 2021’de tüm unsurlarıyla hâlâ bu kadar güncel bir hikâyeye sahip olması, insanlığın en büyük utanç kaynağı olmalı.

Kuhle Wampe'nin kıyısında duruyoruz

Üniversitenin sinema kulübü, Mart 2018’de iki haftayı “Sinemada Brecht Estetiği” konusuna ayırmaya karar vermişti. İlk hafta kulüp üyeleri ve isteyen öğrenciler cep sinemasında Brechtyen filmlerden oluşan bir seçkiyi izleyecek, ikinci hafta ise bu filmler üzerinden Bertold Brecht’in sinema estetiğinin tartışılacağı bir söyleşi düzenlenecekti.

Öğrencilerin izlediği filmlerden biri, Brecht’in de doğrudan içinde bulunduğu, senaryosunu yazıp yönetimine de yardımcı olduğu Kuhle Wampe‘ydi.

İŞÇİ HAYATINDAN DEĞERLİ SAAT

1932’de gösterime giren film Alman işçi sınıfı üzerinden dünyanın o günlerdeki perişan halini anlatır. “Bir İşçi Eksildi” başlıklı ilk epizodun zirve noktası olan feci bir sahnede, yedi aydır iş bulamadığı için sofrada anne ve babasından, hatta kız kardeşinden sert bir azar işiten genç adamı görürüz. Oysa gün boyu iş aramış, başvurduğu her yerden eli boş dönmüştür. Yemek biter, herkes dışarı çıkar. Başını önüne eğip oturan genç adam, birden kafasını kaldırıp doğrudan kameraya bakar. Bakışları hem serttir, hem çaresizliğini gösterir. Yediği onca fırçadan sonra, sanki seyirciye (bize) bir şey sorarcasına, hatta sanki biraz da suçlarcasına bakmaktadır. Sonra kalkar, pencereden aşağı atlayarak intihar eder. Atlamadan önce, yere çarptığında kırılacağı için kol saatini çıkarıp masaya koyar, çünkü bu dünyada o saat bir işçinin hayatından daha değerlidir.

İntihar eden gencin ailesinin kirayı ödeyemedikleri için evden atılıp Kuhle Wampe adlı çadır-köye taşındığı ikinci epizodun zirve noktası, babanın gazetede gereksiz biçimde uzun ve ayrıntılı bir magazin haberini okuduğu, anneninse alışveriş hesabı yaptığı sahnedir. Baba, ünlü casus Mata Hari’nin dans ve kıyafetlerinin tüm detaylarıyla anlatıldığı yazıyı sesli biçimde okur. Anne, fiyatları korkunç bir hızla artan mutfak malzemelerinin hesabını tutmaktadır: “Ekmek 45, patates 15, margarin 30, peynir 15, ciğer salamı 20.” / "Danslarının etkisi, özellikle peçe ve çıplaklıktan, yılan gibi kıvrak ve şehvetli hareketlerden, yani en ilkel ve oryantal halkların etkileyici danslarında görüldüğü gibi aşk âlemlerinin sembolizminden geliyordu. Sadece göğüsleri minik ince bakır plakalarla kaplıydı. Kollar ve ayak bilekleri, parlak mücevherli bileziklerle süslenmişti. Bunun dışında tepeden tırnağa çıplaktı.” Araya, pazarda satılan ürünlerin etiket görüntüleri girer; bir tarafta mutfak hesabı vardır, diğer tarafta medyanın bu hesabı görünmezleştirmek için, Mata Hari’ninkilere parmak ısırtacak kıvraklıkta figürlerle harcadığı çaba...

GEÇEN 89 YILDA YERİNDE SAYMAK

Kuhle Wampe’nin, faşizm çukuruna düşmekte olan, işsizlik ve enflasyondan mahvolmuş bir Almanya’da çekilmiş 1932 tarihli bu filmin 2021’de tüm unsurlarıyla hâlâ bu kadar güncel bir hikâyeye sahip olması, insanlığın en büyük utanç kaynağı olmalı!

Ertesi hafta Çarşamba günü Mutlu Hoca’yı evinin yakınlarında bir yerden aldım, “Sinemada Brecht Estetiği” konulu söyleşiye gitmek için attık kendimizi İstanbul trafiğine. O gün öğrenciler, önceki hafta izledikleri filmler üzerinden özdeşleşme, yabancılaşma, yabancılaşmaya yabancılaşma, epizodik anlatım, gestus, göstermeci oyunculuk gibi çok önemli kavramları, konunun Türkiye’deki en yetkin isminden dinlediler.

Bense, o sırada 70 yaşında olan Mutlu Hoca’nın söyleşi performansını hayranlıkla izliyordum; kendi öğrencilik yıllarımda dinlediğim Mutlu Parkan’dan çok daha keyifli ve enerjikti sanki. Bunda, aradan geçen yıllarla birlikte Brecht Estetiği’nin içerik ve değerini daha iyi anlamış olmamın da etkisi vardır belki, ama bu coşkun duygu durumuna yol açan asıl özne bariz biçimde Mutlu Hoca’ydı. Türkiye’nin geleceğinin karartıldığı bir dönemde, sözlerini her geçen yıl biraz daha coşkuyla söylüyordu.

Geçtiğimiz hafta, 6 Nisan 2021 Salı günü Mutlu Parkan’ı kaybettik.

Kuhle Wampe devam ediyor, biz de bir türlü değişmek bilmeyen o sömürü dünyasının pandemik versiyonunun figüranlarına dönüştük sanki. Neyse ki Mutlu Hoca’nın kitapları yanı başımızda duruyor; o saati takan bileğin saatten daha değerli olduğunu, o fiyat etiketlerinin Mata Hari’nin dansından daha hayati olduğunu gösteren anlatılar izlerken açıp okuyacağız. Hoca bize ‘görünenin ardındaki gerçeği’ görmenin ve göstermenin yollarını anlatmayı sürdürecek.