Bir toplumun ekonomik, siyasal ve toplumsal işleyişinin asıl gücü, kurumları ile ölçülüyor. Kurumlar ne kadar etkin ve verimli çalışıyorsa yapının çarkları da o kadar sağlıklı işliyor. Daron Acemoğlu ve James Robinson’un Ulusların Düşüşü çalışmasıyla (Türkçesi 2013) çok güçlü bir biçimde kanıtladığı gibi “ekonomik kurumlar uzun dönemde büyümenin temel nedenidir”. Sağlıklı bir kurumlaşmanın altyapısı ise demokratik hukuk devletidir.

Bugün Türkiye’yi demokratik hukuk devletinden giderek uzaklaştıran ve kamu kurumlarını kurum olmaktan çıkaran bir anlayış yönetiyor.

Kanıtlarıyla kurumsal yıkım

Öncelikle merkezi yönetimin üç temel erkinin, yasama, yargı ve yürütme, tek kişide toplanmış olması kurum ve kurumlaşma kavramlarıyla bağdaşmaz. Milletvekili adaylarının tamamının siyasi parti genel başkanları tarafından saptanmasının yarattığı çok büyük sakatlık bir tarafa, bugün, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM), bütçe yetkisi bulunmuyor ve bütçe hakkı olmayan bir parlamento, parlamento sayılmıyor. Yıllardır, yargının bağımsız ve tarafsız olduğundan söz edilemiyor.

Sonra merkezi yönetimin çevresinde yer alan ve nitelikleri gereği özerk çalışması gereken kamu kurumları da tamamıyla tek kişiye bağımlı kılındı ve kılınıyor. Bilim üst kurumlarının başkanları, üniversite rektörleri, ayrı bir birikim ve deneyim gerektiren büyükelçilikler de yapılan atamalarla kurumsallıktan uzaklaştırılıyor. Kamu ihalelerinin tamamına yakını çağrılı ihale yöntemiyle yapılıyor.

Seçme ve atamalarda hangi ölçütlerin kullanıldığını geçtiğimiz günlerde Türk Tarih Kurumu’nun başkanlığına Ensar Vakfı’nın Afyonkarahisar şubesi yönetiminden bir tarihçinin atanması; “Yüksek Seçim Kurulu üyeliği sırasında AKP yandaşlığını mühürsüz oy pusulası geçerli sayılsın”, “Kamudan ihraç edilenler oy kullanmasın” ve “İBB Seçimleri yenilensin” diyerek kanıtlayan Zeki Yiğit’in Danıştay Başkanı seçilmesi gösteriyor.

Yıkımın haftalık sonuçları

Basit bir bez parçasından başka bir şey olmayan maskenin yurttaşlara nasıl ulaştırılacağı iki ay sürünceme kaldı; bu hafta bir liraya satılacağı noktasına varıldı. Maske olayı, aslında şu üç kurumsal yapının, Cumhurbaşkanlığı, Sağlık Bakanlığı ve salgın ile ilgili Bilim Kurulu’nun eşgüdüm içinde ve etkin çalışmadıklarını kanıtlıyor.

Yine geçen hafta yükseköğretim sınavının (YKS) tarihi bir ayda ikinci kez değiştirildi AKP iktidarının yedinci Milli Eğitim Bakanı şu sırada işbaşındadır. Milli eğitimin içinde bulunduğu çöküntü, ayrıca, üst yöneticisinin çok sık değiştirilmesinin bir kuruma nasıl büyük bir zarar verdiğini de açıklıyor. Yine geçen hafta Nature Dergisinde yayımlanan “en iyi bilim yapılan 500 üniversite içinde Türkiye’den tek bir üniversite olmaması, eğitimdeki kurumsal yıkımın çok acı bir sonucudur.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 4 Mayıs günü Tüketici Fiyatları Endeksi’de (TÜFE) nisan ayında… Bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 10,94 ve on iki aylık ortalamalara göre yüzde 12,66 artış gerçekleştiğini açıkladı. Yine kimse inanmadı. Ekonominin içine sürüklenmekte olduğu uçurum ise ayrı bir yazıyı hak ediyor.
Teslim alamadığı kurumları yok etme anlayışının bir sonucu olarak, geçen hafta kurumları yok etme yönünde çok yıkıcı bir adım daha atılacağı açıklandı. Kamu kurumu niteliğinde olan baroların; mühendis, mimar ve tabip odalarının yönetimlerinin seçim sistemlerini değiştirmek üzere, yine gerçek dışı suçlamalar ve şiddet söylemi kullanılarak yasal düzenleme için harekete geçildi.

Dün, 9 Mayıs, Avrupa günüydü. Türkiye’nin de kurucu üye olarak çağrıldığı Avrupa Konseyi, bu günü, 70 yıl önce, Avrupa günü ilan ediyor. Kıtada demokrasiyi, insan haklarını, barışı ve istikrarı yerleştirmeyi ve bunları, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ile güvence altına almayı kararlaştırıyor.

Türkiye, yaşadığı kurumsal yıkımlarla bu değerlerden her gün biraz daha uzaklaştırılıyor. Ülkeye de topluma da yazık oluyor!