Siyasette kutuplaşma; “ne olsun” diye değil de “ne olmasın” diye çalışan her siyasi öznenin işine yarar.
Erdoğan bütün seçimlerde yaptığının aynısını, bu kez de “Bay Kemal” diyerek yapıyor. “Bay Kemal”i; sağ/muhafazakar vatandaşların karşı olduğu, toplumsal belleklerinde hayırla anmadıkları her şeyin cisimleşmiş haline dönüştürerek, o kesimde “Bay Kemal olmasın da ne olursa olsun” duygusu yaratıyor.

“O kesim” dediğimiz de bu ülkenin kazanılması gereken vatandaşları; işsizlikten, ekonomik krizden, enflasyondan hepimiz gibi etkilenen insanlar. Aralarında bıçak kemiklerine dayandığı için şimdiye kadar hep oy verdikleri AKP’ye bu kez asla oy vermeyeceğini söyleyenler de var.

Peki ama, AKP’ye oy vermeyip de ne yapsınlar? Ezanı Türkçe okutan, camilerde içki içiren, başörtülü kızlarımıza zulüm eden, teröristlerle kol kola gezen “Bay Kemal”e mi oy versinler?

İthamların çoğu yalan bile olsa, “Ben o değilim”i ispat için çırpınmak ve siyasi pratiğinizi “o değilim”in ispatına dayandırmak, “osun” diyenlerin ekmeğine yağ sürmekten başka bir şeye yaramıyor!

Siyaset; “ne olsun” için, olmasını istediğiniz toplumsal düzen ve ilişkileri kurmak ve toplumu bu doğrultuda dönüştürmek için değil de; “ne olmasın” diye yapılmaya başlandığında, siyasetten çok, tek derdi şimdi onların oturduğu koltuğa oturmak olan bir “alışveriş”e dönüşür ve sizi de “olmasın” dediklerinize benzetir.

Bu durumda, kutuplaşma, kutuplaşmaya karşı çıkar görünseniz bile sizin de “can kurtaranınız” olur.

Siz, size dönük ithamları savuşturmak için muhafazakarlara yaklaştıkça, aslında uzaklaştığınız tabanınızın da “aman o (AKP/Erdoğan) olmasın da” diyerek “mecburen” size sarılacağına güvenirsiniz.

“Bizimkiler bize mecbur, biz diğerlerine hoş görünelim” bilinçli/bilinçsiz tercihi, bilinçli bir “Türkiye’nin yüzde 70’i sağ/muhafazakar, iktidar olmak için onlara yaklaşmalıyız” analizine de dayandırıldığından, CHP bu seçime de her seçimde yaptığını yaparak gidiyor.

Mansur Yavaş diyerek tek örnek/isim üzerinden konuşmak istemiyorum, genel olarak CHP adaylarına baktığınızda, biraz kazıyınca (bazılarında kazımaya da gerek yok) altından MHP, hatta AKP çıkan isimler görüyorsunuz.

Parti Meclisi’nde yapılan açık oylamada Mansur Yavaş’a sesli olarak onay verenler arasında hızlı solcu arkadaşlar ve bire bir görüştüğünüzde asla “evet” demeyeceğine hükmedeceğiniz insanlar var. Bu durum, arkasında başka bir gerekçe yoksa eğer, ancak “mecburiyet” duygusuyla açılanabilir.

“Evet, ben de çok karşıyım ama, AKP/Erdoğan olmasın diye… Mecburiyetten!”

Her fırsatta başka partilerde olmayan demokrasinin CHP’de olduğuyla övünenlerin, dışarıda söyledikleri ile içeride verdikleri oyun bu denli farklı olmasının bağlanabileceği en “masum” neden bu “mecburiyet” olsa gerek!

Ancak, “mecburiyet” ne bir sinerji ne de umut yaratır. Hiçbir zaman yaratmadı!

Mecburiyet varsa; aşkla, şevkle, inançla ve fedakarca çalışan parti kadroları ve örgütler olmuyor… Tersine, tabanınızda güçlü bir mahcubiyete, tepenizde de toplumu dönüştürme gibi bir iddiadan uzaklaşmaya yol açıyor.

Kutuplaşma, yüzde 70’ini “sağ/muhafazakar” olarak tanımladığınız bir toplumsal yapıda, o değerlerin asıl sahipleri ile kendini onlara benzetmeye çalışanlar arasında olduğunda ve vatandaşlar “aman o olmasın da” diye oy verdiklerinde, kutuplaşmadan kazançlı çıkan sağ/muhafazakar siyasetin asıl sahipleri oluyor.

Sizin tarafın maksimum faydası ise, “kendisi olarak” büyümek değil, azınlık olan kendi tabanını “mecburiyet” duygusu üzerinden bir süre daha yanında tutmak oluyor.

Görünen o ki; 31 Mart’ta, bir kez daha bu “mecburiyet” test edilecek!