Yapma yavruum” derdi babaannem, sesinin olanca yumuşaklığıyla, ne zaman küçük kız kardeşlerime sert davransam. Onlar benden 2-3 yaş küçüktü ama ben de küçüktüm. 10 yaşında en fazla, çünkü 11’imde evden ayrılıp yatılı okula gittim. Sadece erkeklerin yatılı okuduğu bir okula…

Babaannemin “Yapma yavruum”unu; “O senin mendilini yıkayacak abisi” izlerdi. Kız kardeşlerimi; benim mendilimi, çorabımı yıkayacakları için incitmemeliydim. Daha ütülü pantolon giymediğimden, ütüyü saymıyordu babaannem.

Babaannemin de erkek kardeşleri vardı; kim bilir ona neler söylendi büyütülürken.

Böyle büyüdük işte; hayata kız kardeşlerimizin gözünden de bakabilmeyi öğren(e)meden!

Sonra, biraz okuma yazmayı bilenlerimizin yüzüne, Kurtuluş Savaşı Destanı içinden kadınlarımızın hikâyesini çarptı Nazım: “Ve kadınlar / bizim kadınlarımız: / korkunç ve mübarek elleri / ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle / anamız, avradımız, yarimiz / ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen ve soframızdaki yeri / öküzümüzden sonra gelen …

Dağlara kaçırıp uğruna hapis yattığımızı, kara sabana koştuğumuzu, ağıllarda zil takıp oynattığımızı anlatıyordu da; “Ya benimsin ya kara toprağın” diye çekip vurduğumuzu, kırk yerinden bıçaklayıp doğradığımızı, işkenceyle öldürdüğümüzü söylemeye şiirin dili varmıyordu sanki.

Kurtuluş Savaşı’ndan 99; Cumhuriyet’in kuruluşundan 85; Nazım’ın bu destanı yazmaya başlamasından 79, bitirmesinden 77 yıl sonra; bugün yani; modern zamanlarında memleketin, çok modern bir kadın sanatçı, televizyon şovunda, bir erkek sanatçının şaşkın bakışlarına karşı; “Erkek egemenliği güzel bir duygu gibi geliyor bana” diyebiliyor.

Kadının özgür olmasına tabii bir şey demiyor, kadının bir erkeğin kolunun altına girebilmesini kastediyor egemenlik derken. Çalışmaya karşı değil, çalışıyor, kızı da çalışsın istiyor, ama o biraz “şeyci”: “Erkek çalışsın, kadın evde çocuklarını kendi büyütsün, yemeğini yapsın, kocasını karşılasın.

Demek ki; bugün hâlâ “Mendil yıka abin için” diye büyütülebiliyor kız çocukları!

Öyle olmasa, daha dün açıklanan bir araştırma sonucunun gösterdiği gibi; bu ülkedeki erkeklerin yüzde 25’i kadınlar evlendikten sonra çalışmamalı der mi? Kadınların yüzde 14’ü de aynı kafada olabilir mi?

Kadir Has Üniversitesi’nin her yıl tekrarladığı “Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Algısı” araştırmasının 2018 sonuçları kadınların bir numaralı sorununun “şiddet” olduğunu ortaya koyuyor. İki numaralı sorun “işsizlik”, üçüncü “eğitimsizlik” ve dört numarada da “sokakta karşılaşılan baskılar ve taciz” var. Hepsi şiddetin bir başka türü aslında!

Nazım’ın şiirinde dile getirmekten bile uzak durduğu cinayetler… Kadın cinayetleri. 2018 Ocak ayında 28 kadın öldürülmüş. En kısa ay Şubat’ta öldürülen kadınların sayısı neredeyse Ocak’ı ikiye katlamış: 48!

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, 2017’de öldürülen kadın sayısını 409 olarak açıklamıştı. Bu rakamların tümü, sadece bize ulaşanlar. Gerçek çok daha acı!

Sorun da derin; babaanneme babaannesinden, bana babaannemden gelen bir boyutu var. Dilimizde dal budak salmış halleri var. Evlendiğimizde “”imiz değil de “karı”mız oluyor ve o “karı”nın öyle ikincil anlamları var ki, burada yazılamaz.

Geçenlerde, Halkevleri Eş Genel Başkanı Dilşat Aktaş’ın tutuklanma haberiyle birlikte Türk Dil Kurumu’na (TDK) açtığı davanın sonucunu da yazmıştı gazeteler. Mahkeme, kadına yönelik ayrımcı, aşağılayıcı sözcüklerin sözlükten çıkarılması talebini kabul etmiş. Karar iki erkek yargıcın onayıyla alınırken, mahkemenin kadın üyesi muhalefet edip karşıoy kullanmış!

Sorun derin olunca, çözümü de zor: Dünyaya başkalarının gözleriyle bakabilmeyi öğrenmemiz, çocuklarımıza bunu öğretmemiz lazım!

Dünya; ona bizden başkalarının; misal bir siyahın, bir Çingenenin, bir ateistin, bir dindarın, bir eşcinselin, bir kadının gözüyle de bakabildiğimizde çok daha hoş görünecek!

Hayat, kız kardeşlerimiz de bize başlıktaki gibi seslenebildiğinde güzel olacak.