Günlerdir, kapılarına “Dikkat siyanür var” yazılı bir not asarak intihar eden dört kardeşi konuşuyoruz.

İntihar söz konusu olduğunda kestirmeden bir nedene bağlamak doğru değildir. Mükemmel hayat yaşıyor gibi görünen birileri intihar ederken, sefaletin dibindeki birileri hayata dört elle sarılabiliyor.

Ancak, dört kişi birlikte intihar ediyorsa ve bu bir tür inanç temelli toplu ayin değilse, dördü için de ortak bir neden aramak gerekir. Dört kardeşin dördünde de aynı ruhsal sorunlar, depresyon, vb. vardı demek zor; ama dördünü de aynı ölçüde yakan yoksulluğu; maddi sıkıntıları, ödenemeyen kirayı, kesilen elektriği ve birikip altından kalkılamaz hale gelen borçları görmek zor değil.

Dört kardeşe dair haberlere eklenen bir dramatik boyut da cenazelere kimsenin sahip çıkmaması, kimsesizler mezarlığına gömülmeleriydi. Bunu duyunca içiniz biraz daha acımış olabilir! Onların kimsesizler mezarlığına gömülmeyi dert edindiklerini sanmıyorum, umurlarında olmamıştır kimsesiz ölmeleri.

Acıtıcı olan hayattayken kimsesizlik… Öyle acıdır ki, ölüme de götürür!

“Komşusu açken tok yatan bizden değildir” diyerek, yardımlaşma ve dayanışmanın toplumsal hasletimiz olmasıyla övünürüz. Belli ki, etraflarında tok yatanlar varken epey aç kalmış bu dört kardeş.

Ne devletin sosyal güvenlik ağları sarmış onları, ne de iyice çözülen toplumsal dayanışma bağları… Ekonominin ve devletin tepesindekilerin dillerinden düşürmedikleri büyümemizden, zenginleşmemizden de bir pay alamamışlar anlaşılan.

Şimdi, ölümleriyle birlikle onlara dair en ince ayrıntının peşine düşen medya için de yokmuşlar yaşarken. Oysa, intiharları bir sürecin sonucuydu ve asıl “hikâye” onları intihara götüren süreçteydi.

Gazeteci, o dört kardeşin ya da benzer durumdaki başkalarının hayatına ayna tutup; gelir dağılımındaki adaletsizliğin, yoksulluğun, işsizliğin, umutların da harcanıp tüketilmesinin haberini yapabildiğinde gazetecidir asıl.

Bir sonuç olan cesetlerin peşinde akbabalar da dolaşır, önemli olan cesetler olmasın diye, o cesetlere yol açan süreçleri izleyebilmektir!

Tabii ki, yapmanız istenmeyecek! “Tabii” değil aslında; sadece demokrasiden uzaklaştıkça sonuçlar yerine süreçlerin haberleştirilebilmesinden de uzaklaşıyorsunuz.

Ekonomiye dair “gerçek dışı” haberlerle kamuoyunu ve ekonomik aktörleri yanlış yönlendirmeyi suç sayıp cezalandırmaya hazırlanıyor iktidar.

Bakanlar; göremeyip, enflasyon düşüyor, ekonomi büyüyor dediğinde doğru yönlendirmiş olacaklar! Görenler; yoksulluğu, işsizliği, intiharlar olmasın diye, herkese gösterdiğinde yanlış yönlendirmiş!

Gayri safi milli hasılaya (GSMH) bakıldığında, dünyanın 20’inci, Avrupa’nın 8’inci büyük ekonomisiyiz! Daha ne olsun değil mi? Peki, kişi başına GSMH’ye baktığımızda ise dünyanın 68’incisi, Avrupa’nın 63’üncüsü olmamız bir terslik yok mudur? Bu ciddi bir refah düşüklüğüne, gelir dağılımında ve varlık bölüşümünde korkunç bir adaletsizliğe işaret etmez mi?

Çin örneğinden hareketle bu sorulara “Evet” demekte zorlanabilirsiniz. Öyle ya, GSMH açısından dünya 2’ncisi olan Çin, kişi başına GSMH açısından dünya 72’ncisi!

Lakin Çin’de kişi başına GSMH 1960’dan bu yana düzenli olarak artar ve özellikle 2010 sonrası müthiş ve sürekli bir yükselişe geçerken; bizde 1960’dan 1993’e yavaş ama istikrarlı bir artış ardından 2013’e kadar dalgalanarak artış, 2013’ten sonra da sürekli ve hızlı bir düşüş gözleniyor!

O dört kardeşin ölüm nedeni konusunda kesin konuşamasak da; kişi başına GSMH’deki düşüşün, artan gelir dağılımı adaletsizliği, yoksulluk ve işsizliğin daha çok can alacağını söyleyebiliriz.