Birkaç haftadır, Viasat History adlı kanalda reklamı dönüp duran bir TV programı var: Secrets of the Lost Ark (Kayıp Sandığın Gizemleri). Kanal kendini belgesel kanalı olarak tanımladığı için, çoğu izleyici de Kayıp Sandığın Gizemleri’ni belgesel film olarak niteleyecektir büyük olasılıkla; yani bilimsel doğruluğu test edilip onaylanmış tarihsel veriler üzerinden yapılan bir çalışma.

Ama işin kötü kısmı şu: Eğer Ahit Sandığı olarak da bilinen bu mitsel obje ile ilgili bir film yapmaya niyetliyseniz ve bilimsel çalışmaları kullanacaksanız, filminiz ‘Ahit Sandığı’ diye bir şeyin var olmadığını anlatacak demektir. Tabii tanıtımına bakınca öyle olmayacağı anlaşılıyor.

Musevi mitolojisine göre, Musa halkını Mısır’dan çıkarıp Kızıldeniz’den geçirdikten sonra, onları geniş bir düzlükte kardeşi Harun’a emanet edip Sina Dağı’na (Tur Dağı) çıkar. Yehova (YHWH) ya da onun bir meleği yanan bir çalı şeklinde kendisiyle konuşana kadar 40 gün dağda bekler. Tanrının bildirdiği on emri iki büyük taş tablete kazır, sonra da bu tabletleri Yehova’nın sağladığı altın bir sandıkta taşıyarak halkına döner. Sandığın doğaüstü güçleri vardır, Yahudiler pek çok savaşı bu sandığı savaş alanına taşıdıkları için kazanmıştır. Ama sandık nedense Babil Kralı Nabukadnezar’ın saldırılarına direnemez, M.Ö. 600’de Süleyman Tapınağı’nın yıkılmasıyla ortadan kaybolur.

Sonraki yüzyıllarda birçok farklı grup, Eski Ahit’te anlatılan bu sandığı bulmak için seferber olur. Sandığın Mısır’da bir piramidin altında gömülü olduğu ya da Kudüs’te Tapınak Şövalyeleri tarafından bulunup kaçırılarak bir yere saklandığı gibi çok sayıda hikâye üretilir. Sonuç olarak bugün ortada sandık falan yok.

Ortada sandık falan yok, çünkü tarihte Musa diye etkili birinin yaşadığına, onun Yahudileri Mısır’dan çıkarıp Kudüs topraklarına getirdiğine dair bir tek tarihsel ve arkeolojik veri bile bulamazsınız.

İncil Arkeolojisi alanının en önemli ismi William G. Dever, kitap ve bildirilerinde belki de Musa benzeri bir karakterin yaşamış olabileceğini, ama arkeolojinin bu konuda bir şey söylemek için elinde veri olmadığını defalarca dile getirmiştir. En saygın Mısırbilimcilerden Jan Assmann, dinsel anlatı dışında hiçbir yerde Musa’dan söz edilmediğini belirtir.

Anlayacağınız, burada iki Musa söz konusu: Mitsel Musa ve tarihsel Musa. Mitsel Musa’nın doğumundan ölümüne kadar yaşadığı her şeyi biliriz, ama tarihsel Musa hakkında hiç bilgimiz yok. Çünkü bir sürü doğaüstü olayla dolu dinsel bir kitapta anlatılanların tarihsel karşılığı yok: Tarih yazımındaki ustalığıyla bilinen Mısırlılar, hiçbir parşömende, hiçbir hiyeroglifte, hiçbir kitapta böyle büyük çapta bir kargaşadan, Musa adlı liderden, denizin ikiye yarılması olayından söz etme gereği duymamış… Mısırlı, Yunan ve Romalı tarihçilerin düştüğü bazı kayıtlarda Mısır’ın kimi zaman sellerle, kimi zaman kuraklıkla boğuştuğu, bazen göklerin karardığı gibi şeyler anlatılıyor. Ama bu doğa olaylarının hiçbiri, Musa adlı bir adamın firavunla yaşadığı çatışmaya bağlanmıyor.

Bu da, tarih bilimiyle uğraşan insanları şu noktaya getiriyor: Aslında Musa diye biri hiç yaşamadı; Kızıldeniz’den geçiş, bir platoda 40 gün konaklama, altın bir sandık içindeki iki tabletle gelen yeni düzen, Sina Çölü’nde 40 yıl dolaştıktan sonra Kudüs’e yerleşme gibi olaylar yaşanmadı.

“Öldürmeyeceksin, zina etmeyeceksin, çalmayacaksın, komşun için yalancı şahitlik yapmayacaksın” gibi toplumsal yaşamı düzenleyen çok temel kuralların insanlığın kültürel evrimiyle yavaş yavaş geliştiğine değil de, doğaüstü bir biçimde bir anda geldiğine inanmamızı isteyenler için bu mitsel anlatılar, doğrudan tarih kitabı gibi okunuyor olabilir. Ama tarih böyle bir şey değil.

***

Tam da “Bu hafta bu dinsel inanç istismarını yazayım” derken, Prof. Dr. Celal Şengör’ün aylar önce yayımlanmış bir TV programında söylediği şu sözler için ifadeye çağrıldığı haberini okudum: “Bizim bugün İbrahimi dinler dediğimiz işte Musevilik, Hristiyanlık, arkasından İslam yani Museviliğe bakıyorsun Musa peygamber diyorlar. O adamı da tarih bilmiyor. Yok öyle bir isim. Musevilerin kitabında bir Mısır’dan çıkış vardır meşhur. Yok öyle bir olay. Yani incelendi, yayınlandı.”

Savcı bey Celal Şengör’e ne sormayı düşünüyor bilemem, ama şunu biliyorum: Karşı tarafın elinde sadece İncil bulunurken, Celal Hoca’nın elinde çok sağlam bir bilimsel kaynak listesi var.