Bu adli tatil İstanbul Sözleşmesi savunucuları için diğerlerinden biraz farklı. Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının iptal edilmesi için açılan davaların büyük bir kısmı için vereceği kararı adli tatilden önce açıklanacağını Danıştay 10. Dairesi başkanı ifade etmişti ve dün kararlar açıklandı.

Danıştay 10. Dairesi : ‘Bu sözleşmeden imzanın çekilmesi anayasaya aykırıdır, Cumhurbaşkanı’nın işlemi yok hükmündedir. Türkiye kararnamelerle yönetilemez’ demedi. İstanbul Sözleşmesi’nin feshine ilişkin 20 Mart 2021 tarihli Cumhurbaşkanlığı kararının iptal istemini reddetti.

Daha fazla güç ve/veya oy elde etme umuduyla insan hakları ve demokratik ilkeleri ihlal etme konusunda gün geçtikçe küstahlaşan ülkede hukuksuzluk sıradanlaşmaya başladı. Türkiye’de yükselen cinsiyet ayrımcılığının ve otoriterliğin geldiği nokta ürkütücü. 25 Kasım’larda, 8 Mart’larda, Onur Yürüyüşlerinde Türkiye’de hakları için mücadele edenlere nasıl davranıldığı, cezasızlık politikalarının, hukuka aykırı mahkeme kararlarının şiddetseverlere ne kadar cesaret verdiği ortada.

ERKEK ŞİDDETİNE CAN SUYU KARARLAR

İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmek de; kadın, çocuk ve LGBTİ+ haklarının giderek daha fazla baltalanmasının bir başka işareti. Kadına yönelik erkek şiddetin temelinde cinsiyet eşitsizliğinin yattığını belirleyen ve zorla evlendirme, kürtaj gibi fiilleri suç sayan İstanbul Sözleşmesi, devletin sorumluluklarını açıkça ortaya koyuyor: Başta kadınlar ve çocuklar olmak üzere herhangi bir kişinin şiddete maruz kalmasını önlemek. şiddete ve istismara cinsiyeti temelinde yaklaşmak, mağdurları korumak ve gerektiğinde failleri cezalandırmak (...)

İnsan kendi kendine soruyor, bir devletin doğal görevi zaten bu değil mi? Türkiye’deki hükümet ‘değil’ diyor. Danıştay 10. Dairesi değil diyor. Biz hayatlarımıza sahip çıkarken, hükûmet siyasi rüzgâra göre yön değiştirerek yol alıyor. Oysa bu yükümlülük, ne bugün ne de yarın bir hükümetin siyasi manevralarına kurban edilebilir.

Erkek şiddetine can suyu olan mahkeme kararları ile dolu hukuk arşivimiz. Bir karar da Danıştay 10. Daire’den geldi. Oybirliği ile verilmeyen karardaki karşı oyları yazan hâkimlerin sesimizi duymuş olduklarını anlıyoruz. 10. Daire Başkanı da sözleşmeden imzanın çekilmesini hukuka uygun bulan hakimler arasında. Duruşmalardaki biz davacıları dinleyen halinden umutluyduk oysa!

Cinayetin detaylarını özellikle yazmaktan imtina ettiğim Pınar Gültekin ve Hatice Kaçmaz’ın katillerine devasa indirim uygulayan mahkemelerin erkek şiddetinin geldiği düzeye katkısı yadsınamaz. ‘İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldığı iyi’ oldu diyen Pınar’ın katilinin sırtı bir kez daha sıvazlanmış oldu. Türkiye’de cinsiyet ayrımcı retorik, bürokrasinin en yüksek güç seviyelerinden geliyor; cumhurbaşkanı, bakanlar gibi… ‘Yakışan teşhisi koyduk’ diyerek arkasında durulan sürtük sözü, katillere verilen indirimler, Anayasaya aykırı mahkeme kararları ile dolu bir karanlık döngü…

MÜCADELEMİZDE KÖTÜMSERLİĞE YER YOK

Mart 2021’den beri Türkiye’de Sözleşme’den çekilmeyi protesto ediyoruz. Hukuki boyutta da itirazlarımızı yaptık, ilk durakta karar aleyhimize geldi ama süreci takipteyiz. İktidarda, matematiğinde etkisiz elemanın halk olmasını isteyen bir hükümet olunca biz de mecburen takipteyiz.

Danıştay 10. Dairesi’nin oybirliği ile veremediği kararı üst kurula taşıyacağız. İdari Dava Daireleri Kurulu kararı onayabilir veya bozabilir. İdari Dava Daireleri Kurulu’na dair umudumuz hiç de az değil. Bu davalarda tüm kadınların, çocukların, LGBTİ+’ların menfaat payı olduğu için İdari Dava Daireleri Kurulu kararı bozacaktır. Anayasaya uygun olan tam da o olacaktır.

Çünkü olması gerekeni güvence altına almak bu kadar basit. Çünkü İstanbul Sözleşmesi’ni uygulamak için kaybettiğimiz zaman ile zaten epey zarardayız ve dava süreci uzadıkça kaybeden bu ülkenin vatandaşları oluyor. Ve çünkü biz davamızda çok haklıyız. Eşit yurttaşlık hakkımız için mücadeleye olan inancımızı kaybetmeme zamanındayız. Tercihli ve zincirleme bir kötülük ile uğraşırken umudumuz da cebimizde. Mücadelemizde kötümserliğe yer yok, hem iyimserlik yoksa umut da yok ki.

Zülfü Livaneli’nin Serenad romanından aklımda kalan bir cümle ile bitiriyorum: “Kötümser, ‘işler daha kötü olamaz’ diye feryat ederken, iyimser ‘olabilir daha kötü de olabilir’ dermiş. Şimdi söyle bakalım, sen iyimser misin, kötümser misin?”