Meclis muhalefeti Enes Kara’nın ölümünü bile ‘toplumsal hassasiyet’ diyerek geçiştirdi. Hassasiyet dedikleri şey, muhalefeti hareketsiz bırakmakla kalmayacağı gibi iktidarla aralarındaki farkı da ortadan kaldırıyor.

Muhafazakârlar neden endişeli?

Endişeli muhafazakârlar son günlerin en popüler tartışmalarından biri. “Muhafazakârları anlamak, o mahalleye gitmek” bu tartışmanın en önemli destek argümanları. Tartışmanın aktörleri gecekonduda ya da kırsalda yaşayan AKP’ye oy veren yoksullar değil. Sosyal demokratlar, sol ve İslamcı liberaller. Halihazırda AKP iktidardayken sadece yenilme ihtimalinin muhafazakârların endişesini bu derece artıracak ne yaşanmış, neler böyle bir travma yaratmış olabilir. Üstelik bu travmadan bahsedilirken toplumun çok önemli bölümünü içine aldıklarını da özellikle belirtiyorlar. Onlara göre ülkenin önemli bölümü muhafazakâr ve sonları ürkütecek hiç bir şey yapılmamalı.


40 YILLIK TRAVMA

Sahi 28 Şubat dışında yakın tarihte ne oldu da muhafazakârlarda böyle bir travmaya sebep oldu. İlk akla gelenleri sıralayalım: 3 Mayıs 1987’de Mehmet Şirin Tekin isimli üniversite öğrencisi Van’da oruç tutmadığı gerekçesiyle kendilerine ‘İslam’ın Bekçileri’ diyen grup tarafından öldürüldü. Ardından aydın cinayetleri başladı. Muammer Aksoy 31 Ocak, Turan Dursun 4 Eylül ve Bahriye Üçok 6 Ekim’de aynı yıl içinde 1990’da öldürüldü. Yine Uğur Mumcu 24 Ocak 1993’te, Ahmet Taner Kışlalı ise 21 Ekim 1999 tarihinde benzer cinayetlere kurban gitti. 2 Temmuz 1993 günü ülkenin en önemli yazar, aydın, sanatçıların devlet gözetiminde bir otelin içinde yakılarak öldürülmesi mi bu travmaya neden oldu. Liste uzayıp gider?

Tüm bunları yaşayanlar bu ülkenin aydınları, ilericileri, devrimcileri. Üstelik sadece bu kadar da değil. Üniversite sınav soruları çalınıp tarikat üyesi gençlere verildi. Askeri okul sınavlarında da böyle yapıldı. Yetmedi tüm bunlara rağmen üniversite kazanmayı başaran binlerce öğrenci demokratik-özerk üniversite istediği için gözaltına alındı, tutuklandı, eğitim hayatı bitirildi. Bu da yetmedi. Kamu personeli olmak isteyenlerin önüne mülakat kondu. Tarikatlardan, cemaatlerden ve AKP ilçe örgütlerinden alınan isim listeleri pırıl pırıl gençlerin önüne kondu. Vakıflar, cemaatler, tarikatlar devlet olanakları sayesinde devasa ekonomik güçlere ulaştılar. Yurtlar, evler, okullar açtılar. Herkesten toplanan vergiler bu yapılara gitti. Bizzat Erdoğan ailesinin himayesinde gelişen vakıflar herkesin malumu. Sendikalar, okullar, hastaneler, şirketler hak edilmemiş servete konan endişeli muhafazakârların sahip olduğu daha onlarca kurum, kuruluş. Liste gerçekten de çok uzun.

KİM BUNLAR, NEREDELER?

Bu endişeli muhafazakârlar kim ve nerede yaşıyor? Televizyonlara çıkıp bu “hassasiyeti” dile getirenler acaba kimleri kastediyor? Örneğin 9 Eylül 2009 tarihinde İstanbul İkitelli’de sel sularının servis minibüsü içinde yuttuğu 7 kadın işçi mi. Yoksa 3 Temmuz 2020’de Adapazarı’nda MÜSİAD yöneticisinin sahibi olduğu havai fişek fabrikasında yaşanan patlama sonucu ölen 7 kişinin yakınlarını mı kastediyorlar? Hangisi? Yasaklanan onlarca grev sonucu eve getirdiği ekmeği her gün küçülen işçiler mi? Koca ve baba şiddetiyle ölen kadınlar, kapanan işyerleri, yok edilen doğa hiçbiri umurlarında değil bunların.

YÜZDE 85’İ YOK SAYMAK

Türkiye’de yapılan tüm kamuoyu yoklamaları yurttaşın ekonomik sorunu birinci madde olarak kabul ettiğini gösteriyor. Yine aynı anketlere göre tarikat ve cemaatlerin kamuda örgütlenmesine, Diyanet’in olur olmaz her işe burnunu sokmasına da karşılar. Hem de neredeyse aynı oranda. Ülkenin yüzde 85’i geçinemiyoruz derken aynı zamanda din bezirganlığından da bunalmış durumda. Bunların tamamı aynı insan. Bir yüzde 15 var ki hali vakti yerinde, iktidar değişse de düzeni değişmesin isteyen kesim bunlar. Kendi durumlarını genelleştirip ülkenin çok büyük bir bölümünün aynı hassasiyetleri taşıdığına inandırmaya çalışıyorlar. Bunların neredeyse tamamı ya iktidar yanlısı ya da geçmişte AKP ile birlikte iş tutmuş olanlar. Bu kesimlerin böyle bir propagandaya başvurmaları anlaşılır bir durum. Deyim yerindeyse “hayatlarını bundan kazanıyorlar.” Peki Meclis’teki muhalefet partilerine ne oluyor? Enes Kara’nın ölümünü bile “toplum hassasiyeti” gibi laflarla geçiştirmeyi tercih ettiler.

Başta CHP Lideri Kılıçdaroğlu olmak üzere Meclis muhalefeti Erdoğan’ınminderinde, onun kurallarıyla güreş tutmaya kalkıyor. Hep birlikte muhafazakârlık yarışına girdiler. Üstelik toplumu da böyle bir “mücadeleye” ikna etmeye çalışıyorlar. Nafile bir çaba. Ülkenin çok büyük bölümü artık laikliğin önemini kavramış ve sahiplenmiş durumda. Din-diyanet üzerinden de değil üstelik. 20 yıllık AKP iktidarına rağmen özgür, eşit ve adil bir dünyanın kurulması için ilk koşullardan birinin laiklik olduğu toplum tarafından çoktan kabul gördü. Muhalefet partilerine, medya kuruluşlarına çöreklenen sağcıların istediği siyaset eni sonu AKP zihniyetinin kazanmasına yol açar. muhafazakâr hassasiyet denilen şey birçok başlıkta muhalefeti hareketsiz bırakmakla kalmayacağı gibi iktidarla arasındaki farkı da ortadan kaldırıyor. Yurttaşlar muhalefeti çoktan aşmış durumda. Yurttaşların ezici çoğunluğu ne muhafazakârların ufkuna teslim olmuş bir gelecek ne de tarikat-cemaat koalisyonuna terk edilmiş bir ülke istiyor.