Şık mağazaların olduğu, iyi giyimli insanların hızlı adımlarla geçtiği bir caddede, duvara yaslanmış uzaklara bakan sokak çocuğunu görünce, Romain Gary’nin Emile Ajar mahlazıyla yazdığı “Onca Yoksulluk Varken” adlı kitabının başkahramanı Momo aklıma geldi. Okuduğum romanların karakterlerini gerçek yaşamda ararım, bir alışkanlık. On yaşlarında bir oğlan, üzerindeki giysilerden yoksul olduğu çok belli. Uzaklara dalıp düşünürken gülümsemesiydi asıl beni durduran. Momo da öyle gülümsüyordu, Madam Rosa’yı düşlerken ya da ara sıra gördüğü hayali arkadaşı maviye boyalı palyaço ona numaralar yaparken.

Momo, benim öğretmenim olmuştu romanı okuduktan sonra, yaşama dair ne çok şey öğretmişti. Romanın bir yerinde şöyle diyordu Momo: “Eroin almak için mutluluğu bayağı aramış olmak gerekir, bu tür düşünceler de ancak esaslı hıyarlarda bulunur. Ben hiç şekerlenmedim, bazen inceliğimden, arkadaşlarla Marie’yi çektim sadece, oysa on yaşınızda büyükler size bir sürü şey öğretmek ister. Ama ben pek öyle mutluluk meraklısı değilimdir, yaşamı yeğlerim yine. Mutluluk bir süprüntü, acımasızın tekidir, ona asıl yaşamasını öğretmek gerekir. Aynı yolun yolcusu değiliz biz onunla, hiç de yüz vermem kendisine. Henüz hiç politika yapmadım, çünkü hep birinin yararına oluyor, ama mutluluğun domuzluk etmesini engellemek için birtakım yasalar gerekir. Size aynen düşündüğümü söylüyorum, haksızım belki, ama mutlu olmak için iğneler yaptıracak değilim. Allah kahretsin. Size mutluluktan söz etmeyeceğim artık, çünkü bir şiddet nöbetine tutulmak istemiyorum, ama Mösyö Hamil anlatımı olmayan şeylere yatkınlığım olduğunu söylüyor. Asıl, anlatımı olmayan şeyleri deşmek gerekir, diyor, asıl oralarda dönüyor her şey.”

Mutluluk, politika, şiddet nöbeti, anlatımı olmayan şeyleri deşmek… Romandan sahneler geliyordu gözümün önüne. Ah Momo! Annesi babası yok. Tek başına sokaklarda sürtüyor, Madam Rosa’nın fahişelerin çocuklarına baktığı pansiyonunda yaşıyor. Madam Rosa onun her şeyi, o da Madam Rosa’nın. Bir de Mösyö Hamil var, Kur’an’ı ve Victor Hugo’nun “Sefiller”ini ezbere biliyor, sadece onları okuyor çünkü, bazen camide namaz kılarken yaşlılıktan okuduklarını karıştırıp “Sefiller”den bir sahneyi okuyabiliyor, cemaatin şaşkın bakışları altında. Momo, bir Arap çocuğu, Fransa’daki Cezayirlilerden. Duvara yaslanmış bu çocuk da Arap’tı muhtemelen. Romanı bulup ona hediye etsem, okuyabilir miydi, yardımcı olur muydu ona Momo? İhtimalleri boşverip yakındaki bir kitapçıya girip kitabı ve bir de macera romanı aldım, büyükler için yazılmış bu romandan sıkılırsa diğerini okur diye. Geri döndüğümde çocuk yoktu. Çocuğu yanıma alıp kitapçıya gitmediğime üzüldüm. Belki kitap değil, yiyecek isteyecekti. Ah! Momo’nun dediği gibi, “Büyükler size bir sürü şey öğretmek isterler!”

Caddede çocuğu ararken Momo’yu düşünüyordum, mutluluğu düşünmenin onda neden şiddet nöbeti yarattığını?.. Günümüz insanının çözemediği şeyi, Momo o küçük aklıyla çözmüştü: “Pek öyle mutluluk meraklısı değilimdir, yaşamı yeğlerim yine. Mutluluk bir süprüntü, acımasızın tekidir, ona asıl yaşamasını öğretmek gerekir.” Eğer derdin sadece mutluluksa, eroine benzeyen ne çok şey var hayatta, ama Momo’nun dediği gibi öyle yapmak gerçek bir hıyarlık… Mutluluğa yaşamı öğretmek gerek, o acımasız süprüntüye, yoksa defolup gitsin!.. Kendi başına neye yarar, şiddet nöbeti geçirtmekten başka… Tıpkı eroin bağımlıları gibi, insanlar çaresiz hissettikçe her tür mutluluk vaadine daha kolay kanıyorlardı. Bir kere kanınca da, başkalarına da o meredi bulaştırmak istiyorlardı, çünkü kimse tek başına mutsuz olmak istemez.

Mutluluğa yaşam nasıl öğretilir? Momo’nun yaptığı, Mösyö Hamil’in söylediği gibi, “anlatımı olmayan şeyleri deşerek…” Momo, Madam Rosa’nın hasta ve çökkün haline bakarken, başka bir şey görüyordu, anlatımı olmayan bir güzelliği; Auschwitz’ten kurtulmuş, hâlâ gece yarıları Nazilerin gelip kendisini götürmesinden korkan, türlü hastalıklarla boğuşan Madam Rosa’nın o güzel ruhunu. Kimi kimsesi olmayan Madam Rosa’ya artık o bakıyordu, bir görev gibi değil, parçası olarak.

Mutluluğa yaşam, acıdan ve hüzünden kaçılarak öğretilemezdi. İnsanın kendisini ve hayatı çok ciddiye alması da bir engeldi; bazı şeyler bilinemezdi ya da bilmenin zamanı henüz gelmemiş olabilirdi, akışa bırakmak gerekirdi.

Momo’yla çocuğu aramaya devam ederken akşam olmuştu. Madam Rosa bizi bekler…