Ölelim bari de kurtulalım şu işlerden artık… Zaten birçoğumuz maalesef bu noktaya cidden geldi ve hayatlarına son verdi. Çocuğunu besleyemeyen, ısıtamayan anneler, babalar... Borçlarının altında iki büklüm olup eşinin dostunun yüzüne bakamayanlar kendi kendilerine “Yeter” dediler ve çektiler gittiler.
Peki bu kararı onlara kim verdirdi? Kim onları bu şartlar altında zorla yaşamaya mâhkum etti? Cevap belli.

***

Normal görevi vatandaşını hayatta tutmak ve vatandaşının huzuru için varolmak zorunda olan sistem, bizdeki haliyle dev bir gündelik bir eziyet makinesine dönüştü. Eziyetinizi öğrenci olarak da çekebilirsiniz köylü olarak da çalışan olarak da farklı düşünerek de... Bakınca bir noktada adil bir sistem aslında. Artık bu makinenin bizden tek istediği varımızı yoğumuzu almak, hatta satabilse bizi bile satacak bir açgözlülükle bir şekilde kendi varoluşu için bizim hayatlarımızın üzerine basarak yüzme bilmediği medeniyet denizinde boğulmamaya çalışmak.


Medeniyet gerçekten de bir deniz gibi. Deniz görmemiş insan yüzmeye -eğer sudan korkmuyorsa- önce kıyıda başlar, suya alışır, sonra cesaretini toplar ve yüzmeye başlar. Nedense bizimkisi hem cesur değil, hem de yüzmeyi öğrenmek istememekte ama suyun ortasında olmakta ısrarlı. Tabii ki suda kalabilmek için tek şey yüzme öğrenmek değil. Kolunuzda kolluk olur, belinizde şambrel olur, yine yüzersiniz. Aslında denizde yüzmeyi bilenlerin bildiği bir gerçek ise şudur: Suda yüzebilmek için hiçbir şey yapmanıza gerek yoktur. Sakin olun vücudunuzu dinlemeniz, sonra da dengeli bir şekilde sırt üstü uzanmanız yeterlidir.

***

Bu en tuzlu ve ilkel medeniyet denizi için geçerlidir. Tabii ki bundan farklı olarak tuzlu olmayan, hatta klorlu sular, özel antrenman ve yarış havuzları da vardır.

Tuzsuz su kaldırıcılığı daha düşük olduğu için yüzme bileni de zorlar. Her gün antrenman yapmazsanız, 10 metre yüzdünüz mü yorgun düşersiniz. Daha ileri medeniyetler ise bu havuzlarda kendi aralarında yüzme yarışı düzenlerler. Biz daha en tuzlu suda boğulacak gibiyiz. Boğulmamak için ayaklarımızın altında ise çok ucuz olduğu için vatandaşlarımız var. Anca onlara ayak ucuyla dokunup suda kalmaya çalışırken bir de yüzme bilmeyen ama kıyıda hunharca eğlenen kaba saba insanlar gibi suyu sağa sola sıçratıyor, ağzımızı suyun içine sokup “Eaaaooğğğ!” diye sesler çıkartıp, denize giren diğer insanları da tedirgin ediyoruz adeta.

Daha ilerisinde yüksekten atlama vardır. Bunda artık denge ve vücuda hakim olmak da giderek ön plana çıkar. 15 metreden taklalar atar ve göbek üstü pişmeden suya girebilmek ayrı bir medeniyet seviyesidir. Aynı akademik ve bilimsel araştırmalar ve insanlığı ileri taşıyacak buluşlara imza atmak gibi.
Daha yüzmeyi bilmiyoruz, hâlâ suda tantana yapıyoruz. İşin fenası yüzme bilmediğimiz gibi bir de soğukkanlı değiliz. Tek başımıza yüzemediğimiz gibi herkesin de bizi ayaklarımızdan tutup aşağılara, diplere çekeceğinden korkuyoruz. Hadi onu da geçtim, suyun dibini görmediğimiz yerlerinden de etimize düşkün balıkların gelip bizi kapacağından korkuyoruz.

Oysa her şey yüzmeyi öğrenmekle başlayacak. Yüzmeyi öğrenmeyi istemezsek, sonsuza kadar ya kıyıda kalırız, ya da bir gün sırtına basacağımız halk da kalmaz. Kendi kendimize çırpınır dururuz.

Halimiz aynı bu şekilde. Oysa ki bisiklete binelim de demiyoruz. Hareket etmeyelim, biraz korkumuzu azaltalım ve yüzelim artık.