Ekonomik konularda güncel, hep öncelik taşımıştır. Bugünü yaşıyoruz; ülkeyi, ekonomiyi yönetenlerin bugünden yarına değişen kararları ile cebelleşiyoruz; sonuçlarını incelemek zorunda kalıyoruz.

Zaman zaman güncelin ötesine geçmek gerekiyor. “Buraya nereden geldik?” Önce bunu tartışmalıyız ki, “nereye gidiyoruz” sorusuna ışık tutabilelim. Bu nedenle ekonominin geçmişini sık sık hatırlamalıyız; hatırlatmalıyız.

1980 sonrasına (kısaca Türkiye’de neoliberalizme) ait hatırlatmalar öğretici olabilir. Bugün, bu 34 yıllık zaman aralığına, en bütüncül ekonomik gösterge olan milli gelir hareketlerine (ortalama büyüme hızlarına) odaklanarak bakalım.

•••

 

Tablo, neoliberalizmin Türkiye’deki “büyüme karnesi”ni, dönemlere ayırarak özetliyor. 1980-2013 yıllarının tümünde Türkiye ekonomisinin ortalama yüzde 4,3’lük bir tempoyla büyümüş olduğu belirleniyor. Sadece değinmekle geçelim: “Müdahaleci, karma ekonomi” özellikleri ile tanımlanan 1962-1979 yıllarının ortalama büyüme hızı ise yüzde 6,5’ti.

Tablodaki dönemlerin özelliklerini, büyüme hızlarını da izleyerek gözden geçirelim:

12 Eylül-Özal dönemi (1980-1988)

İktisat politikaları açısından kısmî liberalizm, kısmî baskı yılları… Mal piyasalarında fiyat kısıtlamalarının kalkması; mevduat, kredi faizlerinin serbest bırakılması ve tarımsal desteklerin kaldırılması ile liberalizm… İşgücü piyasalarının önce askeri rejim tarafından disiplin altına alınması; sonra da 12 Eylül düzeninin anayasal, yasal ve yönetsel değişiklikleri ile baskı… Tüm emek gelirlerinde çarpıcı boyutlarda reel ve göreli aşınmalar, büyük boyutlu bir devalüasyonu izleyen “gerçekçi kur” politikası ile desteklenmiş; ekonominin öncelikleri rekabet gücü (ve ihracat) olmuştur.

Neo-popülizm (1989-1997)

1989’da başlayan bir direnme dalgası sonunda emek, önceki dokuz yılın reel ve göreli kayıplarını telafi etmiştir. 1994 krizi bu dönüşümü durdurmuştur. Ne var ki, siyasi istikrarsızlık ve koalisyon hükümetleri, halk sınıflarını iyi-kötü gözeten popülizmi arka kapıdan geri getirmiştir. Liberalleşme doğrultusunda bir adım daha atılmış; sermaye hareketleri serbest bırakılmış; hızla yükselen kamu açıklarının finansmanı, bankaların dış borçlanması ile sağlanmıştır.

IMF ve AKP dönemi (1998-2013)

Sermaye çevreleri popülizmden kurtulmanın yollarını arıyor. Çözüm IMF’de bulunuyor. 1998’de IMF ile imzalanan ilk anlaşma, AKP dahil çeşitli hükümetler tarafından bir dizi stand-by ile Mayıs 2005’e kadar sürdürülür. Temel makro-ekonomik politikalar (son yıllardaki sınırlı istisnalar dışında) 2013’e kadar bu programlara bağlı tutulur. Ancak bu 16 yıl, farklılıklar içeren üç alt-döneme ayrılır.

Beş kayıp yıl: Uluslararası sermaye hareketleri daralıyor ve emperyalist sistemin çevresinde yer alan ülkeler, bir dizi krizle karşılaşıyor. Beş yıl süren bu kriz dalgası iki kere (1999 ve 2001’de) Türkiye’ye de uğruyor. IMF programları, 2001 krizinin patlak vermesine ve ağır sonuçlarına katkı yapıyor. 2002’de kişi başına mili gelir (sabit TL ile) beş yıl öncesinin yüzde 2,2 altındadır.

AKP’nin “Lâle Devri”: Ekonominin dibe vurduğu bir dönemeçte AKP iktidara geliyor. Beş yıllık âtıl kapasitenin varlığı ve dış kaynak hareketlerinin canlanması hızlı bir büyüme temposuna yol açıyor. IMF ve Dünya Bankası reçeteleri, para, maliye politikaları ile bölüşüm ilişkilerini düzenliyor. AB ile müzakerelerin de katkısıyla sermaye çevreleri mutludur; ancak, dış açıklar tırmanmaktadır.

AKP: Normale dönüş: Batı ekonomilerindeki kriz 2008-2009’da Türkiye’yi etkiliyor. Ekonomik daralma iki yılda fazlasıyla telafi ediliyor; ancak sonrasına belirgin bir durgunlaşma damgasını vuruyor. Sıcak paraya bağımlılık artmakta; durgunlaşma dış borçların birikimini frenleyememekte; ekonominin dışsal kırılganlığı dikkat çekmektedir. Neoliberal modelin ana parametreleri korunmakta; ancak sermaye çevreleri arasındaki rant paylaşımında iktidarın (Başbakan’ın) ölçüsüz rolü öne çıkmaktadır.

•••

Dönem özelliklerini büyüme verileriyle birleştirelim. Neoliberal model her dönemde yeni öğelerle zenginleşmiş; büyüme hızı da her aşamada aşağı çekilmiştir.

“Normale dönüş” diye nitelendirdiğimiz 2008-2013’ün büyüme patikasının, önümüzdeki yıllar için de aşağı-yukarı geçerli olacağı tahmin edilebilir. Ekonominin potansiyel büyüme hızını 1997 sonrası için yüzde 3,9 olarak hesaplıyorum.

Durgunlaşma eğilimi, artan sermaye birikim oranları ile aşılabilirdi. Ne var ki, on beş yıldır bu oran yüzde 20 eşiği civarına saplanmış; üstelik tasarruf oranlarının aşınması, dış açıkları da tırmandırmıştır.

Durgunlaşan bir ekonomi, kronik ve yükselen cari açıklar, dışsal kırılganlıkların artması… Hastalıklı bir Türkiye sentezi söz konusudur.