Pazar günü Karaburun’da, Atatürk Caddesi üzerinde, bir insan seli, yerel ürünlerin satıldığı tezgahlar arasında aşağı yukarı akıyordu. Nergis Festivali vardı ve havadaki nergis kokusuna, tezgahlardan yayılan yerel yiyecek ve karanfil kokuları karışıyordu.

İnsan seline birlikte karıştığımız dost, Cevat anlattı: “Çok eski bir düğün geleneği var buranın. Parfüm falan olmayan zamanlar. Gelinlerin boynuna karanfilden kolyeler asılırmış. Aralarına nazar boncukları da takılan o kolyeler, hem gelinle damadı nazardan korur hem de buranın kadınlarını ‘karanfil kokulu’ yaparmış.”

Etrafı fotoğraf çektirmek isteyenlerle çevrili İzmir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in olduğu Nergis Kafe’in tam karşısında, karanfil kokulu el işi takılarla dolu tezgahın önünde İzmir Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu üyesi meslektaşımız Hatice Bülbül “Basın kartları konusu ne olacak?” diyerek durduruyor ve ekliyor; “İzmir Gazeteciler Cemiyeti de kartları meslek örgütlerinden bir komisyonun vermesi görüşünde. Bence, basın kartı iptal edilmeyen bizler de kartlarımızı geri vermeliyiz.”

“Böyle zamanlar turnusol gibidir” diyorum, “Fatih Portakal yaptı. Bu kararı alanları protesto etmek için, ben de kendi kartımı iptal ediyorum dedi. Çok şey unutulur ama gazeteciliğin tarihi yazılırken böylesi onurlu çıkışlar asla unutulmaz.”

Memleketin en çok izlenen haberlerini sunan gazeteci, habere kartların iptalini protesto ederek başladı. Hadi, meslek örgütlerinin, diğer gazetecilerin haykırışları duyulmadı diyelim, olacak şey değil ya, bu en izlenen haber saatinde söylenenlerin İletişim Başkanlığı’nca duyulmaması imkansızdı!

2013 sonu Estonya hükümetinin şaşırtan davetiyle Tallinn’e gitmiştim. Bizde Gezi, Riga’da çöken alışveriş merkezi, Stockholm’ün banliyösü Husby’de “göçmen ayaklanması”, önemli krizler olarak değerlendirilmiş ve bu üç örnek etrafında “kriz iletişimi”ni tartışmak için dünyadan uzmanlarla üst düzey bürokratlarını bir araya getirmişlerdi.

Döndüğümde, burada, bu sakin küçük ülkenin, başka ülkelerin “kriz”lerini bile ilgili bürokratları ve davet ettiği uzmanlarla saatlerce tartıştığını, benzer olaylarla karşılaştığında ya da karşılaşmamak için ne tür iletişim stratejileri geliştirmek gerektiği üzerine akıl yürüttüğünü yazmıştım.

Kriz iletişimin püf noktası krizin ucu görünür görünmez en yetkili ağızların ortaya çıkıp açıklamalar yapmasıdır. Kriz iletişimi biliniyor olsaydı, en geç Portakal’ın kendi kartını da iptal ettiği o habere bağlanıp, dünkü gazetelerde okuduğumuz açıklama yapılabilirdi.

Basın kartları meselesi, herkesten önce Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı için bir krizdi! Dün, İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un “bazı medya kurumlarında çalışanların basın kartlarının iptal edildiği iddiasının gerçek dışı olduğu” açıklamasını gazetelerde okuyana kadar; ulusal ve uluslararası medyada onlarca, sosyal medyada binlerce haber, ulusal ve uluslararası meslek örgütlerinden de açıklama, protesto ve hükümete yönelik çağrılar geldi.

Daha önce internet üzerinden sorgulandığında “iptal edildi” yazan kartların karşısına da tekrar “kullanımda” yazılmıştı. Bu durumdaki 894 kişinin başvurusu 1 yıldır bekletiliyor. 1 yıldır, haydi kendimi saymayayım, “sürekli basın kartı” sahibi yılların gazetecisi Erbil Tuşalp’in de misal, gazeteci olup olmadığına karar verilemedi!

Dünya günlerdir “Türkiye’de gazetecilerin basın kartının iptali”ni konuşuyor. İletişim Başkanlığı’nda “iletişimci” olsaydı, bunlar hiç konuşulmayabilirdi! Ve eğer bu “kriz iletişimi” bir şey öğrettiyse, “iptal edilmedi” denilen kartlar bir an önce sahiplerine dağıtılır!

cukurda-defineci-avi-540867-1.