Nezihe Meriç’in hikâyeleri 25 Nisan’da okuruyla bu kez sesli olarak buluşuyor. Yeni ayın kültür-sanat programlarına bakarken görüp sevindim. Nezihe Meriç Hikâye Dinletisi, çalışmak için işe gidenler de eve döndükten sonra dinleyebilsin diye YouTube’da onun okurlarıyla, izleyicileriyle, hayranlarıyla... Hadi, çekinmeden söyleyelim, hatırlayanlarıyla birlikte olacak…


Evet, bir “Yeşil, dalga dalga gölgeleniyor…” başlıklı dinletide hikâyelerinden "Çalgıcı", "Bazıları", "Kapalı Öykü-1", "Işın", "Sepetli Kadın" ile Meriç’le birlikte olacağız. Eski bir radyo kayıt stüdyosunun canlandırıldığı sahne düzeninde müzikle bir arada sunuluyorlar. Atilla Birkiye düzenledi, Mehmet Birkiye sahneye uyguladı. Tilbe Saran, Metin Belgin, Bülent Emin Yarar, Hakan Gerçek, Aslı Yılmaz tarafından seslendiriliyor. Müzik yönetmeni Serdar Yalçın, efekt Vehbi Arslan. Dinletiye Seda Subaşı (keman) ve Şemsa İdil Ural (çello) eşlik edecek.

Ne mutlu bize ki, hiç beklemediğimiz anda bir Nezim sunumu işte. Aklınızda olsun. Kaçırırsanız da üzülmeyin. Etkinlik, ilk gösterim tarihinden itibaren İş Sanat’ın YouTube kanalından izlenebilecek.

DOSTLARI NEZİM DERMİŞ

Dostları ona Nezim dermiş. Ne yazık ki ben dostu değildim, ama hayatımı değiştiren bir kitabı okudum okuyalı hayranıydım. Arkasından yazdığım yazıda, “Geçenlerde birileri bana hayatta beni en etkileyen beş kitabı sormuştu,” demişim. “Uzun uzun düşünüp sıraladım” … Mutlaka bir şey unuttuğumu düşünüyordum. Öyle de olmuş, “Bozbulanık”ı unutmuşum. Oysa hayatımı, dünya bakışımı etkileyen bir kitaptır. Önümde, nerenin kapısı olduğunu bilmediğim başka kapılar açmıştır. Meriç’in dünyaları, bana komşu dünyalardı sanki. Hep var olduklarını bilirdim, bana yakındılar, çok da severdim, yine de içinde yaşamadığım dünyalar gibiydiler. Karakterlerinin duyguları ise, çok aşina duygulardı, çoğu kez de benim duygularımdı.”

O kitabı elimden düşürmez, kapağında bir bozkır güneşi parıldıyor sanırdım. Nezihe Hanım’dan iyisini mi bileceğim? “Bozbulanık” güneş, 1925’te Gemlik’te doğsa da, babasının görevi nedeniyle çocukluğu Anadolu’nun çeşitli illerinde geçen yazarın tanıdığı bir güneştir mutlaka. Hayat hikâyesinde en çok Verda Ün’le piyano çalışıp, 1946’dan 1956’ya kadar Heybeliada İlkokulu’nda müzik (mandolin birliği) öğretmenliği yapmasını severim. Ama ben o sıralar onun anlattıklarına hep çocuk gözüyle bakmışımdır.

Peki, o başlardaki “hatırlanıyorsa” lafı neyin nesi? Çağlayan Çevik dört yıl önceki bir yazısında, “Oysa, ‘okur nezdinde’ kitaplarının düzenli tekrar baskı yaptıracak halde olduğunu görürüz Nezihe Meriç’in. Hatta anılarında ve Orhan Suda’ya gönderdiği mektuplarda kısa sürede tekrar baskı yapan kitaplarından nasıl sevinçle bahsettiğini görmelisiniz… İş dönüp dolaşıp “ortam” meselesine geliyor. Hatta o ortamda asla göz ardı edilemeyecek bir durum var. Nezihe Meriç çağdaş Türk öykücülüğünün kurucu adlarından!”

Nezihe Hanım, ben sizi YKY Çocuk bölümünün başında olduğum sırada gördüm. “Küçük Bir Kız Tanıyorum Altı Yaşında”yı yazmıştınız. “Bir vaktin birinde, şu, milyonlarca insanla dolu olan dünyanın bir köşesinde, Türkiye denen bir güzel ülkenin büyük bir kentinde, küçücük bir kız yaşıyordu. Adı Ayşe’ydi. Cimcime bir şeydi.” Sonra Ayşe’ye 12 yaşına kadar refakat ettiniz. Ayşe 8, belki de 9 yaşındayken Kitap Fuarı’nda size bir imza günü düzenlenmişti. O sıralar henüz Tepebaşı’ndaydı Fuar, ne güzel günlermiş. Yüz metre yürüyüp gelmiştim, çocuk kitapları bölümünde oturup sizi bekledim.

AYNI TAZELİĞİNİ KORUYOR

“Sonra siz geldiniz, yan yana oturduk. Hemen sağımdaydınız, ne kadar heyecanlandım, anlatamam. Size en sevdiğim yazarlardan biri olduğunuzu söyleyebildim mi acaba? İhsas etmişimdir belki, doğrudan söylemeye utanmışımdır. Mükemmel, dünya çapında bir hikâyeci olduğunuzu da söyleyememişimdir. Orada oturduk, sohbet ettik, çay içtik. Çocuklar geldiler, kitaplarını imzaladınız. Çok nazik, samimi, hoştunuz. Sizi şahsen gördüğüme çok sevinmiştim, oysa her sanatçı ile şahsen tanışmak insanı bu kadar sevindirmeyebilir.”

Şimdi bakıyorum da, hikâyeleriniz ve karakterleriniz aradan geçen onca yıla karşın aynı tazeliği koruyor. Bütün o insanlar bütün o şeyleri çok yakın bir geçmişte yaşamış sanki. “...daha henüz dün gibi.” … “Bozbulanık” vaktiyle kitabı okuduğumda bana ne ifade ettiyse, bugün de aynı şeyleri ifade ediyor.