İslam İşbirliği Teşkilatı’nın (İİT) İstanbul’da toplanan “liderler zirvesi”ni içeride olabildiğince konuşturmak için AKP ve Erdoğan’ın ellerinden geleni yapacağını biliyorum. Zirveden ve açıklanan sonuç bildirgesinden yeni bir “One minute” sarhoşluğu yaratmaya çalışacaklar.

Zaten yalnızca yazarları ve manşetleriyle yandaş medya değil, başkaları da İİT kararlarının ne denli önemli ve nasıl bir ilk olduğu, bundan sonra yeni bir sürecin başlayabileceği üzerine analizler yapıyorlar.

Geçen gün “Yaptırımsız açıklamalar”ın pek işe yaramayacağını yazmıştım. Nitekim Kudüs konusunda “tarihi” açıklamanın yapıldığı zirvede konuşanlar, kimi BM kararı olan eski açıklamaları da andılar. Diplomasi ve uluslararası ilişkiler tarihi, bir yaptırıma dayanmayan kararlarla sonuç alınamadığının sayısız örnekleriyle dolu.

Filistin Devlet Başkanı Abbas zirveyi “başarıyla sonuçlanmış ender İİT toplantılarından biri” olarak niteledi ama ülkeleri somut adımlar atmaya da çağırdı. İsrail’i tanımaktan vazgeçin de dedi.

Kudüs’ün bir iç politika malzemesi olarak kullanıldığını/kullanılacağını gören muhalefet de iktidarı somut adım konusunda sıkıştırıyor: “Doğu Kudüs’te Türk büyükelçiliği açın!”

Kılıçdaroğlu’nu zaten dinlemiyorlar ama AKP’liler son zamanlarda her sözüne pek kıymet verdikleri Bahçeli’nin de bu önerisini gürültüye getirdiler. Zirve öncesi “Yaptırıma karşıyız” diyen Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Bahçeli’nin önerisi sorulduğunda “Hele bir herkes karar alsın, bakarız” anlamına gelecek şeyler söyledi.

Hakkını teslim etmek gerek; Arap liderlerin tümüyle alçak profil sergiledikleri bir konuda Türkiye’nin İİT’yi toplaması, açıklanan bildiriler, ABD ve İsrail’e söylenenler az şey değil. Ancak, bunu, “olduğunun ötesinde” bir anlam yükleyerek iç politikada kullandığınızda, dışarıdaki etkisini de azaltıyorsunuz.

Zirveyi “olduğu” gibi değerlendirdiğinizde; ilk görülen Arap-İslam dünyasının bölünmüşlüğü ve Trump’ın kararına karşı somut adımlar atma isteksizliğidir. İstanbul’da ortak açıklama yapan ülkelerin tümünün, BM’deki olası bir oylamada aynı doğrultuda oy kullanacakları da kesin değil. Nitekim, Filistin Dışişleri Bakanı Al Malki de, NTV’deki röportajında “Açıklama yapmak başka bir şey, BM’de oy kullanmak başka bir şey. Bunu çok iyi biliyoruz” dedi.

Öte yandan, etkili Arap ülkelerinin İstanbul’da açıklanan bildirinin gerisinde bir karar için çaba sarf ettikleri de biliniyor. Başta Suudi Arabistan olmak üzere İİT’nin önemli Arap üyelerinin İstanbul’da alt düzeyde temsil edilmeleri de bu tavrın bir yansıması.

Arap dünyasının en önemli yayın organlarından Mısır’ın Al Ahram gazetesi de bu konudaki bir analizde “Arap başkentleri ölçülü tepki peşinde” demişti. Karşı tarafın bütün ölçüleri yıkıp geçtiği, kırmızıçizginizi çiğnediği yerde “ölçülü tepki” için uğraşanlar olması İİT İstanbul açıklamasının somut ne sonuç verebileceği konusunda çok şey söylüyor.

Arap liderlerin çoğunun Trump’ın açıklaması hakkında önceden bilgilendirildikleri halde tepki vermediklerini vurgulayan Al Ahram, ancak açıklamanın ardından o da “basın temsilcileri ve dışişleri bakanları üzerinden, Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etmenin BM karalarına aykırı olduğu ve barış sürecine katkıda bulunmayacağı, Washington’un geri adım atmasını umduklarını söylemekle yetindiler” diyordu.

O Arap liderler, Filistinlilere de, ABD bu adımdan sonra biraz bastırınca Netanyahu’nun barış masasına oturacağı hayalini satmaya çalışıyorlar. Aynı çevre; İstanbul zirvesine, ev sahibi Türkiye, İran ve Katar’a “süreci provoke edebilecekler” olarak bakıyor. El Ahram’daki analizde; Mısır, Ürdün ve Suudi Arabistan İstanbul’dan Arap elçilerin Washington ve İsrail’den geri çağrılması, Tel Aviv’le ekonomik ve diğer işbirliklerinin durdurulması çağrısı çıkmaması için çabalarını ortaklaştırdıkları vurgulanıyordu.

Buradan bakınca, “tarihi” ve “etkileyici açıklama”yla sonuçlanmış İstanbul zirvesinin bir sonucunun da, Arap liderlerin istediklerini “ölçülü tepki”yi elde etmeleri olduğu söylenebilir.