Pamuk ipliğine bağlı kalarak yaşamak pek zor. Pamuk ipliğine bağlı olmanın anlamı, bir olayın, sürecin, durumun aksamadan devam edebilmesinin şans gibi faktörlere bağlı olduğu anlamına geliyor. Psikolojide, özellikle kaygıyla ilgili sorun yaşayan insanların yaşadığı ruh halini tanımlıyor bu deyim, bir aksilik olacak ve her şey bitecek inancı… Özellikle Türkiye’de ve var olan devlet düzeninde, her an her şey olabilir düşüncesi öylesine kabul gören bir görüş ki, kaygıyla baş etmenin önünde büyük bir engel. Bir bakmışız yeni bir anayasayla uyanmışız, bir bakmışız dolar bir gecede iki katına çıkmış, bir bakmışız Covid-19 hasta sayısı 10 katına fırlamış… Olmadı değil bunların hiçbiri, olmayacak anlamına da gelmiyor. Zenginler, zarardan kurtulmak için paralarını nereye yatıracakları konusunda kaygı yaşıyor, yoksullar işsiz kalma ya da aç kalma korkusuyla… Bütün bu yaşanan sürecin tek tek bireyler üzerinde psikolojik bir etkisi olduğunu düşünmemek imkânsız.

***

Özellikle bazı insanlar için, her şeyin pamuk ipliğine bağlı olduğu düşüncesi öylesine güçlü ki… Sevgilisi 5 dk. mesajına geç yanıt verdiğinde terk edileceğini, patronu ya da müdürü selam vermediğinde işten atılacağını ya da öksürür öksürmez Covid olduğunu düşünüp öleceğine inananlar için hayatın ne kadar zor olabileceğini tahmin etmek zor değil. Onların kaygıya karşı bu yüksek eğilimi, temel güven duygularındaki bir eksikliği gösterir öncelikle. Kötü bir şey olacak ve ben o kötü şeyle baş edemeyeceğim düşüncesi… Bu yüzden her şeyi önceden anlamaya çalışıp geleceği kontrol etmek isterler, geleceği bütünüyle kontrol etmek imkânsızdır ama. Aynı irrasyonel tutum, geçmişle ilişkilerinde de karşımıza çıkar, pişmanlık hisleri geçmişi kontrol etme ve bunun imkânsızlığıyla yüzleşmekten başka bir şey değildir. Her şeyin en kötüsünü düşünüp kendilerini en kötüye hazırlamaya çalışanlar, daha gerçekleşmeden o en kötüyü zaten kendilerine yaşatıp güçsüzleştirirler ve kontrol etmeye çalışıp kontrol edemedikçe de kaygı seviyeleri yükselir. Bu kişiler, havadan nem kapmak deyiminin de açıkladığı gibi, en küçük işaretleri bile yakalamaya çalışırlar, gerçekleşeceğinden emin oldukları kötü şeyleri önceden tahmin edebilmek için. Bilişsel-davranışçı yöntemlerle otomatik düşünceleri değiştirerek, nefes egzersizleri ve diğer başka yöntemlerle kaygıyla baş etmek mümkün, ama derindeki, bilinçdışındaki kaygıyı üreten kaynağı bulup anlamaya çalışmak çok daha mühim.

***

Sadece Türkiye’de değil dünyada da kurumlara, siyasete ve ekonomik yapılara güvenin azaldığı, hatta kalmadığı, sosyal medyada dahi troller ve linç hadiselerinin neden olduğu sosyal tehlike algısının arttığı, salgın hastalıklar ve çevrenin gördüğü zarardan ötürü kanser gibi hastalıkların çoğaldığı ya da daha görünür hale geldiği böylesi zamanlarda, kaygıyla baş etmek için ne yapmalı? Kaygılanmamız için öylesine çok rasyonel neden var ki önümüzde. Psikolojinin bize verdiği imkânlardan biliyoruz ki, birey kaygıyla ancak ‘kendisini gerçekleştirebildiğinde’, yani kaygı yaratan deneyimlerle yüzleşip içlerinden geçip yoluna devam edebilirse, hatta bu kaygı deneyimlerini kendisini güçsüzleştiren değil tam tersine güçlendiren bir deneyim olarak yorumlayıp üstesinden gelebilirse baş edebilir. İlk önce, tüm güçlülük yanılsamasından sıyrılması gerekir, her şeyi kontrol edemeyeceğimizi kabul ederek… Ve yine tümgüçlülük yanılsamasının neden olduğu dünyanın ‘adil’ bir yer olduğuna dair inancımızı sorgulamamız, başımıza her türlü kötü şeyin gelebileceğini kabullenmemiz gerekiyor. Bu kabullenme, dünyanın adil bir yer olması için mücadele etmekten vazgeçmek anlamına gelmiyor elbette, ama dünya çeşitli tehlikelerin ve güzelliklerin, iyi ile kötünün iç içe geçtiği bir yer olarak görüldüğünde gerçeklikle kurulan bağ da güçlenmiş olur, fantezilerin etkisinden çıkılır. Benlik ne kadar güçlenirse, kaygı da azalır, çünkü karşısına çıkacak sorunlarla baş edebileceğine inanır. Benliği güçlendirecek şey de farkındalıktır, özellikle bilinçdışını da içine alan bir farkındalık… Hatta bu yüzden kaygılarımız, benliğin güçlenmesi için önkoşuldur bir bakıma, üstesinden geldikçe ‘ben’ oluruz, yoksa olamayız.