Paul McCartney Carpool Karaoke

Ben ilk gençliğimde Beatles’ı Rolling Stones’dan daha çok seven bir temiz aile çocuğuydum. Gerçi şimdi Keith Richards ve Charlie Watts’a bayılıyorum ama Mick Jagger’ı hiç öyle aman aman sevmedim. Şüphe uyandırıyor bir kere, ekonomi okumuş bir rock’çı!

Paul McCartney’in de Beatles’da onun karşılığı olduğunu düşünürdüm. Ta ki James Corden’in 'The Late Late Show'unda onu izleyene kadar: Paul McCartney Carpool Karaoke. Corden, McCartney ile özel bir gün geçirmek için onun gençliğinin şehri Liverpool’a gidiyor. Benim de favorilerimden, tam bir işçi şehri. Liverpool’u Beatles şarkılarıyla keşfediyorlar. John Lennon ile birlikte şarkılar bestelediği aile evine gidiyorlar. Sonra da bir pub’da Paul bir grupla şarkılarını söylüyor.

Orda-burda olmadıkları zaman, James’in arabasındalar. Arabaya binince ilk şarkısını söylüyor: 'I Lost My Little Girl.' On dört yaşındaymış. Penny Lane’de bahsi geçen berbere de gidiyorlar. Sahiden de duvarlarda saç kestirenlerin resmi varmış. Bir tanesi de gencecik bir Paul. Bir kilise gösterip, “Burada korodaydım” diyor. Bir başkasında da erkek kardeşi evlenmiş. 'Efsanevi!'

Berberden çıkarken kalabalığı gören Paul, “Geçen sefer geldiğimde kimse bana dikkat etmemişti” diyor. 12-13 yaşından 20 yaşına kadar ailesiyle birlikte oturmuş. Bir daha da o eve hiç gitmemiş. James, “Peki şimdi buradayken ne hissediyorsun?” diye soruyor. “Ne uzun bir yolculukmuş diye düşünüyorum. Hayat böyle bir şey.”

Evi gezerlerken John ile nerede beste yaptıklarını gösteriyor. 'She loves you, yeah, yeah, yeah' mesela.

“You think you've lost your love

Well, I saw her yesterday-yi-yay

It's you she's thinking of

And she told me what to say-yi-yay”

Babası (O da müzisyendi, piyano çalardı) kibar kibar onları dinliyormuş. Sonra “Böyle çok Amerikanvari olmadı mı?” demiş. “She loves you, yes, yes, yes” deseniz?” Kabul etmemişler neyse ki. Hani, 'yes'li halini deniyorlar da onun için söylüyorum. Sırf babaya karşı çıkmak için değil.

Sonra Paul, 'Let It Be'nin hikâyesini anlatıyor. Annesini kaybedince çok sarsılmış. Ama annesi rüyasında karşısına çıkmış. “Bırak oğlum” demiş, sonucu neyse ona varsın. “Karşımda durup akıllıca laflar etti. Bu şarkıyı onun nasihatı üzerine yaptım. “Bırak, sonucu neyse ona varsın. Elbet hallolur.”

Şarkılarla birlikte, vakitsiz şöhret olmuş, ama belki kendi şehrinin sağaltıcı etkisini hep hissetmiş bir çocuğun büyümesini izliyoruz. Önce o mu kıza teklifte bulundu, kız mı ona? Şehir halkının Paul’ü ne kadar sevdiğini görünce, yanlış düşünenin ben olduğuma hükmediyorum. Bir kan hısımım, “Paul’ü yanlış değerlendirmişsin” diyor “O grupta müzisyen olan o. Zaten şarkıların çoğu da onun.”

Gerçekten de ruhen müzisyen olmayan biri bu yaşta James’in peşine takılıp gitmez, bir sürü şarkı söylemez. Herkesin gönlünü almaz, elini sıkmaz, yanağından öpmez.

“Buradaki bütün pub’larda çalmışızdır” diyor. “Nerde iş bulursak orda çalardık.”

Philharmonic’e giriyorlar. James barın arkasına yardıma geçiyor.

Limonata isteyen kıza juke box’a basmasını söylüyor: 'Hard Day’s Night' çalmaya başlayınca perde açılıyor ve sahnede Paul ile grup karşımıza çıkıyor.

Arkasından Ob-La-Di, Ob-La-Da. Müziği duyunca meraklanıp camdan içeri bakanlar bağırıp koşarak içeri dalıyor. Paul onlara sevgisini yolluyor: 'Love Love Me Do.'

James Corden sahneye çıkıp bu günü hiç unutmayacaklarını söylüyor. Herkes deli gibi alkışlıyor. “Sen de bize katılsana, James,” diyor Paul. “Ne söyleyeceğiz, peki?” Ne olabilir ki? 'Hey Jude.'

Şu sıralarda 'Yellow Submarine' de dillerde. Paul McCartney Carpool Karaoke’ye gelince, açın YouTube’u, karşınıza çıksın. Ama n’oldu? Ben elli küsur yıllık bir yanlış anlamayı silmeyi başardım. Müşfik ve anlayışlı biri miyim artık? Yooo! Büyümemiş ve şımarık, biraz da numaracı bir oğlun çocuğuna benzeyen James Corden’i dövmek istiyorum.