Ruh Satış Rehberi, 1. Cilt

Türkmenistan’ın başkenti Aşkabat’ta, Garaşsızlık (Bağımsızlık) Bulvarı’nda, açık bir kitap şeklinde inşa edilmiş meşhur bir bina var. 2006’da Özgür Yaratıcılık Evi adıyla hizmete açılan binanın uluslararası şöhreti, ironinin somutlaşmış hali olmasından kaynaklanıyor; dünyaya düşünce ve ifade özgürlüğü dersi vermek amacıyla bu binayı yaptıran Devlet Başkanı Saparmurat Niyazov’un, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonraki 16 yılda, Türkmenistan’ı dünyanın en baskıcı ülkeleri arasında ilk sıralara çıkarmayı başaran kişi olmasında yatan ironi…

Türkiye ile Rusya arasındaki benzerlikler konuşulurken söylenen şu sözü duymuşsunuzdur: “Her iki ülkede de, adliye binaları devasa boyutlardadır. Çünkü her ikisinde de, olmayan şeylerle ilgili binalar çok büyük inşa edilir ve ‘saray’ adı verilir.” Yani ‘ileri demokrasi’nin aslında anti-demokrasi olması gibi bir şey... Hem Sovyet geçmişine hem de Türkiye ile köken birliğine sahip olan, son zamanlarda doktorların hastalara Covid-19 teşhisi koymasının yasaklanması ve bu sayede Dünya Sağlık Örgütü’ne ‘sıfır vaka’ bildirmesiyle gündeme gelen Türkmenistan’da da böyle bir eğilim olduğunu söylemek mümkün.


Neyse, girişinde kocaman “Türkmenbaşı’nın Erkin Döredijilik Mekanı” (Türkmenbaşı’nın Özgür Yaratıcılık Evi) yazan bu binanın beş kilometre kadar güneyinde, Bağımsızlık Parkı bulunur. Türkmenistan tarihine dair devasa heykellerle dolu bu parkta, kitap şeklinde yapılmış başka bir yapıyla karşılaşırsınız: Ruhname Anıtı.

1985-2006 arası ülkeyi yöneten, kendine Türkmenbaşı adını veren ve ömür boyu başkanlığını ilan eden Türkmenistan diktatörü Saparmurat Niyazov’un yazdığı Ruhname 2001’de yayımlandı. Türkmenistan tarihine dair ilk kez duyacağınız mitolojik hikayelerin giyim-kuşam kurallarıyla, dinsel öykülerin şiirlerle iç içe geçtiği, Türkmenbaşı’nın kendini ‘seçilmiş kişi’ olarak anlattığı, özellikle de kendisine Allah tarafından verilen ilhamla yazdığı Ruhname’nin ne kadar önemli bir kitap olduğunu söyleyen cümlelerle sık sık karşılaşacağınız çok tuhaf bir kitap, acayip bir fantastik anlatı bu.

Hem Sovyet dönemine hem de sonrasına yayılan 21 yıl boyunca ülkeyi demir yumrukla idare eden Türkmenbaşı’nın öyle yoğun bir narsisistik kişilik bozukluğu vardı ki, ‘başyapıt’ı olan Ruhname ülkede anayasadan ve tüm dinsel kitaplardan daha önemli bir konumda bulunuyordu. Gerçi kitabını Tevrat, İncil ve Kuran’la karşılaştırdığı bir bölümde, “Türkmenleriň Ruhnaması dini kitap däl.” (Ruhname dinsel bir kitap değil) diye özellikle belirtiyor (s. 20). Ama kitap, bu ifadeyi çürüten bir kutsallaştırma süreci yaşadı: Okullarda müfredatın bir parçası olarak okutuluyor, devlet dairelerinde baş köşede tutuluyor, hatta mülakatlarda ve sınavlarda Ruhname’den sorular soruluyordu.

Kitabın bilimselliği ve rasyonelliğiyle ilgili çok basit bir örnek vereyim: Türkmenbaşı, Türkmen isminin kökenini açıkladığı satırlarda, bu sözcüğün Türk ve iman kelimelerinin birleşmesiyle ortaya çıktığını, Türk’ün ‘öz, çekirdek, asıl’ anlamına, imanın da ‘nur, ışık’ anlamına geldiğini, yani Türkmen’in ‘aslı ışık, aslı nur’ demek olduğunu söylüyor. Benim sıkıntıdan tamamını okuyamadığım uydurmalarla dolu bu kitap hakkında, Türkiye’de yapılmış öyle övgü dolu bazı ‘akademik’ çalışmalar var ki, Türkmenbaşı görse herhalde çok mutlu olurdu.

Böyle bir kitabın heykelini dikmek kimin aklına gelir ki?! İlk fikir kimden çıktı bilmiyoruz ama heykeli kimlerin yaptığını biliyoruz: Çalık Holding.

Doğalgaz kaynakları bakımından dünyanın en zengin ülkelerinden olan ama halkın payına sadece Ruhname’nin düştüğü Türkmenistan’da, 2000li yıllarda bir inşaat çılgınlığı başladı. Bu çılgınlığın başını Türkiye’den iktidar destekli Çalık Holding çekiyordu.

Türkmenbaşı’nın başdanışmanı ilan edilen ve Türkmenistan vatandaşı olmamasına rağmen bakan yapılan Ahmet Çalık, bir yandan ülkenin tüm inşaat işlerini kontrol altına alırken diğer yandan da Ruhname’yi hem farklı dillere çevirtip yayınlattı, hem de doğum günü hediyesi olarak işte o müthiş heykeli diktirdi. (Finlandiyalı yönetmen Arto Halonen’in bu konuyu detaylı biçimde işlediği Shadow of the Holy Book/Kutsal Kitabın Gölgesi (2006) adlı belgeselde, kitabı 10 bin dolar masrafla Macarca yayımlatan bir firmanın Türkmenistan’la nasıl 30 milyon dolarlık iş anlaşması yaptığı da anlatılıyor.)

Ruhname durduk yere aklıma gelmedi tabii, Pandora Belgeleri’nde Çalık adını görünce hatırladım. Kitapta altını çizdiğim yerleri tekrar okuyup Halonen’in filmini yeniden izledim. Yazılanlara bakıp yazılmayanları ararken anımsadığım o çirkin heykelin öyküsünü, bu postmodern Faust-Mephisto.