2017’de, İngiltere’de Neo-Islamic Culture’s Influence on Recent Turkish Media (Son Dönem Türkiye Medyasında Yeni-İslami Kültürün Etkileri) adlı bir kitap yayımlandı. Benim de ‘Dream Cinema’: Possibilities and Impossibilities (Rüya Sineması: Olanaklar ve Olanaksızlıklar) başlıklı bir makaleyle kendimce katkıda bulunduğum kitabın satış fiyatı, 58.99 Sterlin. Yazıya başlamadan önce hesapladığımda, 58.99 Sterlin 980 TL’ye denk geliyordu. Yani Türkiye’de yaşıyor ve maaşınızı TL üzerinden alıyorsanız, hepi topu 162 sayfalık bu kitap için dehşet verici bir rakam ödemek zorundasınız -kargo ücreti hariç!

Henüz Türkçe versiyonunu yazma fırsatı bulamadığım makalede, Ayşe Şasa, İhsan Kabil ve Sadık Yalsızuçanlar’ın ‘Rüya Sineması’ adıyla kuramsallaştırmaya çalıştığı İslami sinema düşüncesinin sosyo-kültürel tarihini inceleyip, bunun niçin gerçekleşemeyecek bir rüya olduğunu tartışmaya çalışıyordum.

İslamcı sinemacılar ‘70lerden bu yana ‘Milli Sinema’, ‘Beyaz Sinema’ gibi adlarla andıkları bir ideolojik-estetik yapı oluşturmaya çalışıyorlar. 1970’te yönetmen Yücel Çakmaklı’nın Huzur Sokağı adlı romandan uyarladığı Birleşen Yollar’la başlayıp Oğlum Osman (1973), Kızım Ayşe (1974), Memleketim (1974) filmleriyle belli bir kalıba oturan Milli Sinema, İslamo-faşist gençlik örgütü MTTB (Milli Türk Talebe Birliği) bünyesinde kurulan Sinema Kulübü’yle ultra-faşist ufuklara yelken açtı.

***

MTTB’yi biliyorsunuz; Şubat 1969’da, Dolmabahçe’ye demir atan Amerikan 6. Filosunu protesto eden solcu gençlere karşı, Dolmabahçe’de namaz kılarak Amerikan Donanması’nı kutsayan teşkilat. İşte bu teşkilat bünyesinde, Yücel Çakmaklı önderliğinde kurulan Sinema Kulübü’nde yetişen bir ekibin yaptığı Güneş Ne Zaman Doğacak? (Mehmet Kılıç, 1977), Aralık 1978’de Kahramanmaraş Katliamı’nı tetikleyen unsurlardan biri olmuştu.

12 Eylül sonrası Türk-İslam düşüncesi neo-liberal darbeciler eliyle toplumsallaştırılırken, ‘Beyaz Sinema’ ismi ortaya atıldı. MTTB Sinema Kulübü’nde yetişmiş yönetmen Mesut Uçakan’ın Reis Bey (1988), Yalnız Değilsiniz (1990), Kelebekler Sonsuza Uçar (1993) gibi filmleri, Beyaz Sinema örnekleri olarak anılıyordu. Bu anlatılar İslamcı’ydı ama aynı zamanda Yeşilçam melodram kalıplarının tüm öğelerini taşıyordu. Zengin kız-fakir oğlan ilişkisi üstüne kurulu olay örgüsü, dindar oğlan-seküler kız (ya da tersi) üzerinden yeniden inşa ediliyordu. Yani aslında ortaya çıkan şeye ‘Beyazçam’ demek daha doğruydu.

‘Rüya Sineması’ düşüncesi, işte böyle bir mirasın üstüne kurulmaya çalışıldı. Ama Şasa-Kabil-Yalsızuçanlar ekibi, Sanayi Devrimi’nin bir ürünü olan sinemayı örneğin çağdaş estetik uygulamaları, sinema akımları ya da en basitinden Andre Bazin-Sergei Eisenstein ayrışması gibi tarihsel dönüm noktaları üzerinden tartışmak yerine, tasavvufi terimleri ve özellikle Said Nursi’nin ilginç görüşlerini sinemayla birleştirmeye çalıştılar. Rüya Sineması’nın baş teorisyeni Sadık Yalsızuçanlar’ın Said Nursi alıntılarıyla dolu kitabındaki şu alıntı iyi bir örnektir: “Hareketli fotoğrafın şimdiki zamanı tespit niteliği yanında geçmiş ve geleceği de şimdiye taşıma ve bir ibret perdesi olma özelliği Bediüzzaman’ın ‘manevi sinema’ kavramlaş­tırmasını hatırlatıyor. Bir Cumhuriyet bayramında Eskişehir hapishanesinin penceresinden seyrettiği dünyayı, liseli kız öğrencilerin gülüp oynaşmalarını tasvir ederken hüzünleniyor: ‘Birden manevi bir sinema ile elli sene sonraki vaziyetleri bana göründü. Ve gördüm ki o elli-altmış kızdan kırk-ellisi kabirde toprak oluyorlar. Azap çekiyorlar ve on tanesi, yetmiş-seksen yaşında çirkinleşmiş, gençliğinde iffetini muhafaza etmedi­ğinden sevmek beklediği nazarlardan nefret görüyorlar. Kat’i müşahade ettim.’" (Rüya Sineması, Palto Yay., 2014, s. 161)

***

Sonuç olarak, hem başta Tarkovsky olmak üzere dünya sinemasından yönetmenlerin yapıtlarının inanılmaz derecede yanlış yorumlanması gibi yöntemsel hatalardan, hem de tasavvuf terimleriyle sinematografik üretim pratiğini birleştirme çabasının kuramsal düzeyde bile gerçekleştirilemiyor olmasından dolayı, ‘Rüya Sineması’ İslamcı bilinçaltının toplum tasarımını yansıtan bir rüya olmanın ötesine geçemedi.

Samanyolu TV gibi kanalların yaptırdığı ibret hikâyeleri ekranlarda dönüp dururken, Said Nursi’nin hayatını anlatan Hür Adam’dan (Mehmet Tanrısever, 2011) bu yana, bildiğim kadarıyla hiç İslami film yapılmadı. Uzunca bir süre ‘mağduriyet’ üstünden filmler yapan bir kesimin, tüm kurumlarıyla iktidardayken hiçbir şey yapmaması, başlıca bir tartışma konusu olmalı…

Halkını faize ezdirmeyen ‘ekonomist başgan’ın milleti çatır çatır dövize ezdirdiği bir dönemde, katkıda bulunduğum bir kitabı alamayışımdan söz edecektim; kendimi, sinemasal estetiği Said Nursi gibi birine dayandırabilen entelektüellerden bahsederken buldum, nereden nereye!