Sabahattin Ali’nin siyasi yazıları, Markopaşa Yazıları ve Ötekiler derlemesinde yer alıyor

Sabahattin Ali'nin siyasi yazıları

Sabahattin Ali’nin siyasi yazıları, Markopaşa Yazıları ve Ötekiler derlemesinde yer alıyor (Yapı Kredi Yayınları, 7. Baskı, 2012, Hazırlayan: Hikmet Altınkaynak). Derlemenin sonuna bu yakınlarda yitirdiğimiz Alpay Kabacalı’nın “Markopaşa Yazıları’nın Arka Planındaki Siyasal Ortam” başlıklı önemli bir incelemesi de eklenmiş.

Haftalık mizah dergisi Markopaşa’nın ilk sayısı 25 Kasım 1946’da çıkar. İmtiyaz sahibi ve başyazarı Sabahattin Ali’dir. Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz mizah yazıları, Mim Uykusuz çizgileri ile dergiye sürekli katkı yaparlar.

Derginin hangi ortamda çıktığını da hatırlatmak gerekiyor: İkinci Dünya Savaşı boyunca Türkiye’de sol ile Nazi sempatizanı milliyetçi-Turancı akımlar arasında gerilim artmaktadır. Sabahattin Ali’nin 1940’ta yayımlanan İçimizdeki Şeytan başlıklı romanı, bu ikinci akıma dönük eleştirel öğeler içermektedir. Turancı akımın önderlerinden Nihal Atsız, Maarif Vekâleti tarafından korunan solculara karşı bir kampanya başlatır. Hedeflerinden biri olan Sabahattin Ali ile mahkemelik olur. Sabahattin Ali davayı kazanır; ama Konservatuvar’daki Almanca öğretmenliği görevinden uzaklaştırılır.

Sabahattin Ali, bu ortamda Sertel’lerin Tan gazetesinde yazarlığa başlamıştır. Fazla sürmez; zira, CHP İstanbul Teşkilatı tarafından harekete geçirilen faşist güruhlar, bu “komünist” gazetenin basımevini tahrip ederler. Gazete yayınına son vermek zorunda kalır. Tarih 4 Aralık 1945’tir.
1946 başında çok partili rejime geçilir. Demokrat Parti’nin (DP’nin) yanı sıra sosyalist eğilimli iki parti ve sola dönük sendikalar kurulur. Ancak ABD ile yakınlaşma önceliği, CHP ile DP’nin ortak bir anti-komünizm platformunda birleşmeleri ile sonuçlanır. Temmuz seçimlerinden sonra kurulan Recep Peker hükümetinde CHP’nin aydınlanmacı, demokrat öğelerine yer verilmez. Aralık 1946’da İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı iki sosyalist partiyi, matbaalarıyla birlikte altı solcu dergiyi ve İstanbul İşçi Birliği’ni kapatır. Ocak 1947’de İçişleri Bakanı Şükrü Sökmensüer anti-komünist mücadelenin kapsamının genişletileceğini ilan eder. Yaygın tutuklamalar başlamıştır.
• • •
Bu yoğun anti-komünist ortamda Sabahattin Ali ve arkadaşları açıkça solcu, eleştirel bir mizah dergisi olan Markopaşa’yı nasıl çıkardılar? Alpay Kabacalı açıklıyor: Dergi sürekli kapatıldı; toplatıldı; yasaklandı; Merhumpaşa, Malûmpaşa, Alibaba adlarıyla yeniden çıktı. Altmış binlik tiraja ulaştı. Yazarları toplam 8 yılı aşkın ceza aldı. Adı çalındı; “sahte” Markopaşa çıktı.

Sabahattin Ali’nin derlemede yer alan siyasi yazılarının çoğu Markopaşa’da, üçü Tan’da, 5 Şubat 1948 tarihli sonuncusu ise Zincirli Hürriyet’te yayımlanmıştır.

Zincirli Hürriyet’in serencamı da dönemin koşullarını yansıtır. Mehmet Ali Aybar’ın çıkardığı dergi, İstanbul’daki sıkıyönetim nedeniyle İzmir’de yayımlanır. Üçüncü sayısından sonra (Nisan 1948’de) derginin basıldığı matbaa da faşist bir güruh tarafından basılır; gazeteler yırtılır; matbaa sahibi tehdit edilir. Sonraki sayılar, basımı kabul edecek matbaa bulunamadığı için çıkarılamaz. Dergideki yazıları nedeniyle Aybar, 3 yıl 8 aya mahkûm olur.
• • •
Markopaşa Yazıları ve Ötekiler derlemesindeki siyasi yazılar, Sabahattin Ali’nin Türkiye’nin tutucu akımlarına karşı 1944-1948 yıllarındaki polemiklerinden oluşuyor.

Sorunlar çeşitlidir ve pek çoğu bugün için de önem taşımaktadır. “100 milyonluk Türkiye…” çağrılarını yapanlara yanıt: “Bize yarının hastanelerini, darülâcezelerini, cezaevlerini dolduracak, cahil, mesleksiz, serseri yüz milyonun lüzumu yok;… insan gibi yaşamak, hayatın nimetlerinden istifade etmek imkânlarına, hiç olmazsa [sizler]… kadar sahip yirmi milyon vatandaş daha faydalıdır.”(s.129)

Sabahattin Ali’nin en sert polemikleri, 1940’tan beri hesaplaşmakta olduğu faşizmin yeni görüntülerini hedeflemektedir. Bunlar, “fikir kavgaları” değildir; zira, bu yeni tür faşizm, artık, “fikirden yoksun” hale gelmiştir. Önceki yılların ırkçı-Turancı ve Nazi sempatizanı görüşleri gizlenmekte; geride tek bir özellik kalmaktadır: Aykırı, ileri, sola dönük tüm düşünceleri susturmaya, yok etmeye dönük kampanyalar…

Sabahattin Ali yazıyor: “Biz ne istiyoruz? İstiyoruz ki,… bir karar alınırken, İzmir’deki ortak tüccar, İstanbul’daki ahbap milyoner değil, bu kararların altında beli bükülen,… inleyen yığınlar göz önünde tutulsun. İstiyoruz ki, bu topraklar üzerindeki insanlar, kafalarında taşıdıkları fikirlerden dolayı değil,… bu halkın yararına yahut zararına yaptıkları işlerden dolayı hesap versinler…. Demişiz ki, istiklâl her şeyden üstündür;… sömürücü devletlerin elinde oyuncak olmayalım… Yabancı sermayeye imtiyaz vermeyelim; memleketin işlerine yabancılar burunlarını sokmasınlar… Aleyhimizde üç yüzden fazla yazı çıkmış. Hepsini gözden geçirdik… Bir tek fikrimiz ele alınıp çürütülmemiş. Sadece küfür edilmiş: Hain, satılmış, bolşevik ajanı, demokrasi düşmanı, bozguncu, anarşist…” (s.151,179)

Bir noktada ülkenin “korkunç gidişatı”nı doğrudan İsmet İnönü’ye hatırlatır: “Tekrar yabancı sermaye köleliğine girmeyi özleyenler;… Köy Enstitüleri’nin orta-çağ müesseseleri haline getirilme[si];… her cildinde İnönü’nün bir önsözünü taşıyan dünya fikir ve sanat eserlerinin,… yasak kitaplar listesine sokulmak üzere olması;… üniversitelerde Nazi usulü temizlemeler…” Ve “Millî Şef”in ilerici reflekslerine hitap eder: “Lozan’da tam istiklâli sağlayan,… yabancı sermaye köleliğinin Türkiye’den kovulma ilamını imzalayan, …ilköğretim seferberliğini açan,… dünya klasiklerini büyük bir hamle ile dilimize kazandıranların öncüsü,… ırkçılığın ve Turancılığın… nasıl korkunç bir tehlike olduğunu dünyaya ilan eden İnönü’nün… bu korkunç gidişata müdahale edeceği anı bekleme hakkımızdır.” (s.186)

Geç kalınmıştır. En hayırhah yorumla, İnönü, Türkiye’nin faşizme gidiş sürecini başlatmamıştır; ama durdurmaya, engellemeye de çalışmamıştır. Sabahattin Ali’nin son değerlendirmesi daha serttir. Doğrudan Çankaya’yı hedef alan Sırça Köşk masalını bu ruh hali içinde yazmıştır. Sol, ilerici muhalefet susturulmuş; Demokrat Parti, iç ve dış güç odaklarına teslim olmuştur. Zincirli Hürriyet’te yayımlanan son yazısı da aynı kötümserliği yansıtmaktadır: “Milletin bağrında… biriken kurtuluş emellerinin meydana çıkmasına vesile olduktan sonra halkın bu radikal temayüllerinden evvela kendisi korkup iktidarın kucağına sığınan Demokrat Parti de,… bütün dünyada halk düşmanı zümrelerin halkın iradesini kullanma tehlikesine karşı başvurdukları köhne çareye iktidar partisiyle birlikte sarıldı. Bu çare ise komünist tehlikesi masalıdır… Amerika ve İngiltere’deki mürteci mahfiller (gerici çevreler),… ana karakteri halk düşmanı olan bir iktidarı, demokrasi diye desteklemekten çekinmediler… Bu memleketin istiklâlini de, hürriyetini de varlığını da tehdit eden bir tek ve hakiki tehlike, bugünkü ehliyetsiz iktidarın devamıdır.” (ss.198-200)

Sabahattin Ali bu yazısı nedeniyle 3 ay hapis cezası alır. Tahliyesinden sonra öldürülecektir. Cinayetten bir yıl önce, “dünyaya niçin geldiğini, niçin yaşaması ve niçin ölmesi lazım geldiğini bilenler bu gazeteyi (Markopaşa’yı) çıkarıyorlar” diye yazmıştı (s.162).
• • •
Çok partili rejimlerde Türkiye’nin üç kere (1945-1949’da, 1957-1960’ta ve bugünlerde) faşizme geçiş süreçlerini yaşadığını daha önce yazdım. Sabahattin Ali’nin siyasi yazıları, bu ilk süreci kapsamaktadır.

Bu karanlık, sancılı dönemde faşizme karşı mücadelenin öncülüğünü Türkiye’nin gerçek demokratları, yani sosyalistler üstlendi: Sabahattin Ali, Sabiha ve Zekeriya Sertel, Aziz Nesin, Mehmet Ali Aybar ve diğerleri… Hepsini saygıyla, şükranla anmamız gerekiyor.

Sabahattin Ali, babamın yaşıtıydı; yakın arkadaşıydı. Unutulmaz bir “amca” olarak anılarımda yer etmiştir. Filiz ile çocukluk arkadaşıyız. Sonraki yıllarda tanıdığım, saydığım, sevdiğim büyüklerimden, dostlarımdan siyasi cinayetlere kurban gidecek kişilerin birincisi Sabahattin Ali oldu.
Bu önemli kitap vesilesiyle onu saygıyla, sevgiyle anıyorum.