Göçmen, mülteci, sığınmacı ya da bizde Suriyelilere verilen statüde dendiği gibi geçici koruma altındakiler... Birbirinin yerine kullanabildiğimiz ama hukuken her biri farklı durumları ifade eden kavramlar. Haydi, bu biz de tümüne ‘göçmen’ diyelim.

Dünyanın neresinde olursa olsun, insanların gündelik yaşamlarında göçmenlerle temas etmeleriyle onlar hakkındaki yargıları arasında bir uçurum vardır ve o yargıyı oluşturan da medyanın göçmen haberleridir.

Kendinizi düşünün… BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne (UNHCR) göre, 30 Aralık 2019 tarihi itibariyle Türkiye’deki Suriyeli mülteci sayısı 3 milyon 600 bin. Gerçekte belki 4 milyonu aştı. Dünyanın en fazla göçmen barındıran ülkelerinden biriyiz ve mutlaka her birimizin bu konuda belli yargıları var. Peki, bir göçmenle ne kadar doğrudan temasımız oldu?

Medya, hemen her ülkede, göçmen haberlerini siyasal etki altında, otosansür ve önyargılarla yapıyor. Çoğu ciddi araştırmadan yoksun haberlere siyasal tarafgirlik, yüzeysellik, yanlış bilgiler hâkim. Yayınlardaki iki temel eğilimden biri konuyu duygusallık dozu yüklü trajik hikâyelerle, ikincisi ise göçmenleri toplum güvenliği için tehdit olarak gösteren istatistiklerle haberleştirmek.

Hatırlayın, dünyanın gündeminin korona olmaya başladığı günlerde, biz her gün, saat başı haberlerle, açtığımız sınırdan Yunanistan’a geçebilmek için Edirne’ye yığılan göçmenleri konuşuyorduk. Medya, tıpkı şimdi korona haberleri yaptığı gibi, sadece sınıra yüklenen on binlerce göçmeni haberleştiriyordu.

Sonra saat başı korona haberleştirilmeye başlandı. Sessiz sedasız toplandı göçmenler Edirne’den. O arada virüs bulaşan oldu mu, sosyal mesafe korunabildi mi, pek soran olmadı medyada. Doldurulup kamplara, Geri Gönderme Merkezlerine götürüldükleri otobüslerde önde arkada birer sıra koltuk boş bırakılmış mıydı?

14 gün karantinada tutuldukları merkezler, kamplar nasıldı? Bunun hiç mi haber değeri yoktu!

BirGün gibi gazeteleri okuyorsanız, İzmir Barosu’nun Harmandalı Geri Gönderme Merkezi ile ilgili raporundan haberdar oldunuz. Rapor; hijyen koşullarına uyulmadığını, yeni gelenlerle eskilerin aynı yere konduklarını, 12-15 kişinin bir odada kaldığını, kendilerine sadece 1 sabun ve deterjan verildiğini, sabahları ateş ölçüldüğünü ancak ateşi yüksek çıkanlara yalnızca ateş düşürücü verildiğini ve izole edilmediklerini anlatıyordu.

İzmir Valiliği raporu ve onu haberleştirenleri yalanlayan bir açıklama yaptı: Merkezde bütün önlemler alınmıştı ve korona pozitif çıkanlar da tedavi ediliyordu!

Ve geçen gün Yılmaz Özdil, bu insanların adeta ne haliniz varsa görün denilerek parasız pulsuz kamplardan salındığını, otobüs terminallerinde yattığını ve kayıtlı oldukları illere dönebilmek için çaresiz dolaşıp durduklarını yazdı. Bilim Kurulu’na da kendi içlerinde bir “Mülteci Birimi” oluşturmaları için yalvardı!

Her şeyden önce bir insan hakkı olarak, göçmenlerin hastalıklardan korunması onları barındıran “çağdaş” ülkelerin sorumluluğundadır.

Sadece kendi canı tatlı olanlar o sorumluluğu pek hissetmeyebilir. Ancak, salgın dönemlerinde ve bulaşıcı hastalıklar söz konusu olduğunda göçmenlerin sağlığı ile toplum sağlığının birbirlerinden ayrılamayacağı tüm çıplaklığı ile görülür.

Daha önce tamamen kaybolmuş kızamık gibi hastalıkların tekrar görülmeye başlamasının bir nedeni aşı reddiyse bir nedeni de göç nedeniyle aşı takvimlerinin kırılmasıydı.

Şimdi, korona hızla yayılır ve canlar alırken, göçmenlerin sağlığına da kendi sağlığımız kadar titizlenmezsek, yalnızca insani ve ahlaki olarak kaybetmiş olmayacağız, o pek kıymetli canlarımızdan da olacağız!