Saltanat, tam yüzyıl önce, 1 Kasım 1922’de, Türkiye Büyük Millet Meclisi-TBMM tarafından kaldırıldı.

Egemenliğin kayıtsız ve koşulsuz milletin olması anlamına gelen Saltanatın Kaldırılması, toplumsal gelişmede çok büyük bir niteliksel değişim ve dönüşümün adıdır; demokrasinin olmazsa olmaz özelliğindeki bir ön koşuldur. Çünkü demokrasi, bilinen tanımıyla, “halkın, halk tarafından, halk için” yönetilmesidir.

Bu tarihten önce yönetim erkinin bir kişide toplandığı ya da egemenliğin kaynağının sultan olduğu yapıda, gerçek anlamda insan hak ve özgürlüğü olamaz; kul hakkı olur; böyle bir yapıda eşit yurttaşlığa yer yoktur.


Cumhuriyet, saltanatın kaldırılmasından tam bir yıl sonra ilan edildi. Yasama, yargı ve yürütme erkleri ayrılarak, çağdaş, bilime dayalı, yasal, kurumsal düzenlemelerle demokrasinin altyapısı oluşturuldu. Belirtmekte yarar var; o yılların TBMM’si, ilke olarak, yürütme gücünün isteklerinin “onay yeri” olmadı.

SALTANATI ANDIRAN

Yüz yıl sonra gelinen noktada, adına ister cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, istenirse başkanlık sistemi denilsin, 2017 halk oylamasıyla onaylanan ve 2018’den bu yana uygulanan sistemde, yürütme yetkisi, partili de olabilen cumhurbaşkanına aittir.

Cumhurbaşkanlığının yetkileri yine kendisi tarafından çıkarılan ünlü 1 sayılı 539 maddeli Kararname ile düzenlenmiştir. Ancak uygulamada, yürütme gücü ile birlikte, TBMM’deki çoğunluğu nedeniyle yasama ve HSYK düzenlemesiyle yargı erki de, bir diğer deyişle, egemenlik bütünüyle, cumhurbaşkanında toplanıyor.

Uygulamada, yalnız yasama ve yargı değil, anaokulundan üniversiteye eğitim, askeriye, güvenlik, dış işleri ve tüm kurumsal yapıları içeren devlet yapısı, giderek, kültür ve sanata uzanan tüm alanlar, tek kişiye bağlıdır. Bu yapı, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın-DİB’in ve İslamcı örgütlenmelerin de olağanüstü güçlenmesi ile biçimlendiriliyor; İslâm kültürü egemen kılınıyor. O kadar ki, ekonomik düzenin en belirleyici göstergesi olan faiz konusu Nass (Allah’ın emri) olarak uygulanıyor. Bakan Nebati, artık, “bizim bakışımız rahmani” diyor. Abdestsiz evden çıkmamaları istenen polislerin Akademi Bandosu, AKP’nin “Türkiye Yüzyılı” marşını çalıp söylüyor.

Gerçek şudur: Türkiye seçmeni, bugünkü devlet yapısında, beş yılda bir, bir sultan seçiyor! Çok küçük bir fark daha var; sultanlık, şimdilik, babadan oğula geçmiyor.

BU NE DUYARSIZLIK?

Yinelemekte yarar var. Saltanatın kaldırılması çok önemlidir. Ancak, bu önemli olaya, 100. yıl dönümünde, ne siyasal partiler ne de basın-yayın yeterince değindi.

Bu süreçte, saltanat hakkında olumsuz “söz söyletmeyen” ve kendisi gibi saltanatı eleştireni de düşman ilan eden iktidar çevresinin tutumu anlaşılır. Böylece, TV dizilerinin ve diğer yayınların da katkısıyla, ülkede saltanat devam ediyor havası estiriliyor.

Ancak, sabah akşam demokrasiden söz eden muhalefetin, saltanatın kaldırılmasının yıldönümündeki suskunluğu ya da bu tarihsel “saltanat duyarsızlığı” nasıl açıklanabilir?

Bu sorunun yanıtı partilerin yapısında saklıdır.

GENEL BAŞKAN SULTANLIKLARI

Bugün, tümü değilse de, çok büyük çoğunluğuyla siyasi partiler birer genel başkan sultanlığıdır.

Bu köşede sıkça vurgulandığı gibi, genel başkan, tek seçicidir. Genel başkan, yalnız milletvekili ve belediye başkanı adaylarını saptamakla kalmıyor; parti içi seçimlerde de belirleyici oluyor.

Bu durumda, milletvekili ya da belediye başkanı seçilen, gerçek “seçmeni” olarak partisinin genel başkanını görüyor.

Asıl yaman çelişki, siyasi parti genel başkanlarının, bir taraftan tam bir sultan gibi davranıp “ben yaparım” derken, diğer taraftan da özgürlük ve demokrasiden söz etmeleridir.

Sultan sayısının birden çok olması, siyasal düzenin demokrasi olunmasına hiç ama hiç yetmiyor.

Çok önemli bir seçim yaklaşırken ve yeni bir “demokratik anayasa” yapılacağı konuşulurken de genel başkan sultanlıklarının sona erdirileceği yönünde hiçbir umut ışığı yanmıyor. Seçim yarışına bakın: Başkan Erdoğan ana muhalefet partisinin genel başkanına asrın sorusunu soruyor: “Bakalım kaç başörtülü milletvekili çıkaracaksın?”

Tek umut, yüz yıl önce “tek kişi sultanlığından” kurtulan bu toplumun, Cumhuriyet’in kazanımlarına dayalı gelişmişlik düzeyinin gücü ile genel başkan sultanlıklardan da eninde-sonunda kurtulacağıdır.

***

İşinden ve yazdığı gazeteden kovulmanın acısını yaşayan bir kişi olarak, başta Sözcü’den uzaklaştırılan Çiğdem Toker olmak üzere Sözcü ve Korkusuz gazetelerinden uzaklaştırılan 40 dolayında yazar ve gazeteciye yapılan kıyımı kınıyor ve kendilerine geçmiş olsun diyorum.