Dikkat etmişsinizdir, kaçaksaray* etrafında kümelenen ‘sanatçı’ların üretiminde gözle görülür bir düşüş yaşanıyor. Belki bu ‘sanatçı’ları ve ‘sanat’larını takip etmediğim için bana öyle geliyordur, lakin her fırsatta kaçaksaray davetlerine katılmalarıyla haber olan bu kitle kültürü ünlüleri TV’de daha az görünüyor, sesleri daha az duyuluyor. Orhan Gencebay’dan artık sadece ‘başgan’ın bir davetine katıldığında veya hastaneye kaldırıldığında haberdar […]

Dikkat etmişsinizdir, kaçaksaray* etrafında kümelenen ‘sanatçı’ların üretiminde gözle görülür bir düşüş yaşanıyor. Belki bu ‘sanatçı’ları ve ‘sanat’larını takip etmediğim için bana öyle geliyordur, lakin her fırsatta kaçaksaray davetlerine katılmalarıyla haber olan bu kitle kültürü ünlüleri TV’de daha az görünüyor, sesleri daha az duyuluyor.

Orhan Gencebay’dan artık sadece ‘başgan’ın bir davetine katıldığında veya hastaneye kaldırıldığında haberdar oluyoruz. AKP’li belediyelerin etkinliklerindeki performansları sayesinde kısaca ‘belediye şarkıcısı’ olarak tanımlanan genç şarkıcılar ya da Yavuz Bingöl gibi isimler yeni albümleriyle değil de magazin haberleriyle ya da yine koşa koşa gittikleri davetler sayesinde gündeme geliyor. Davet sektirmeyen oyuncuları canlandırdıkları karakterlerle değil iktidarın TV pastasından aldıkları payla hatırlar hâle gelmiştik zaten, artık yaptıkları ‘yeni bir şeyler’e dair hiç haber görmüyoruz.

Bu sadece şarkıcı ve oyuncularla sınırlı değil, mesela Ara Güler’de de aynısı olmuştu; gencecik insanların ölümü konusunda “Emri ben verdim!” diyecek, çocuğunun mezarına bıraktığı misketler üzerinden bir anneyi meydanlarda yuhalatacak kadar zalimleşmiş bir karakteri fotoğraflayıp övgülere boğan Güler, kendisini ancak kaçaksaraya gittiğinde ya da öldüğünde haber alınabilen bir karaktere dönüştürmüştü.

Kitle kültürünün henüz ortaya çıkmadığı, popüler (halk arasında yaygın) kültürünse klasik müzik bestecilerine ya da ressam ve heykeltıraşlara yüz vermediği dönemlerde sanatçıların büyük kısmı ancak saray desteğiyle üretim yapabiliyordu. Kralın veya yakınındaki asilzadelerin himayesine girmek, en azından bir taht değişikliği olana kadar sanatçıların gelirini garantiliyordu.

‘Saray sanatçılığı’ kavramı Sanayi Devrimi’yle başlayan yeni süreçte burjuvazinin saraylılaşma çabası sayesinde yaşamını sürdürse de, zamanla etkisi azaldı. ‘Devlet sanatçılığı’ gibi kurumsal adlarla ya da devlet onur nişanlarıyla sürdürülen bir ‘elit sanatçılık’ durumu hâlâ var, ama bu da genellikle ‘yüksek sanat’ üzerinden ilerliyor, şarkıcı-türkücü veya dizi oyuncuları üzerinden değil…

Türkiye’nin sanayi devrimsiz ve burjuvasız kapitalizminin bir süre için yeni temsilcisi olan İslamcılar, çoktan ölüp gitmiş ‘saray sanatçılığı’ kavramını diriltmek için uğraşıyor. RTE’nin selatin cami -sultanlar ya da aileleri tarafından yaptırılan camiler- takıntısı ve “Opera binası yapacağız” gibi söylemlerinin yanı sıra, son zamanlarda fırsat buldukça beste siparişi vermesi de bundandır -Necip Fazıl şiirlerine senfonik besteler yapan Yücel Arzen’den sonra Fazıl Say’ın da beste yapacağı söyleniyor…
Neyse ki her saray yaptıran kral olamıyor artık, bu yüzden bugünün saray sanatçılığı da eski zamanların saray sanatçılığının yanından bile geçemiyor -Mozart versus Alişan?! Kızı tiyatroda en ön sırada oturup oyun sırasında sakız çiğneyen bir ‘başgan’, şarkıcı ve dizi oyuncularıyla dolu iftar sofraları düzenleyerek kaçak binayı saray, yancılarını saray sanatçısı ve kendisini de sultan yapamayacağını anlar mı bilemem ama kaçaksaray sanatçılarının durumuna bakılırsa, belli ki bu ülkenin azıcık bile olsa okumuş halk çocukları bunu anlamaktadır.

*Atatürk Orman Çiftliği arazisine mahkeme kararları çiğnenerek, bariz bir usulsüzlükle dikilen kaçaksaray hakkında bkz. Dosya 34, TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi Yayını, 2015