Cumartesi günkü her zamankinden uzun olan ve yarısını da bugüne bıraktığım köşede, Ukrayna’da savaşın uzun sürmeyeceğini yazmış, ardından da savaş öngörülerimin hep yanlış çıktığını anımsatarak uyarmıştım!

Bırakın savaşın daha da sürmesini, siz bu yazıyı okurken Belarus-Ukrayna sınırındaki görüşmeden bir ateşkes çıkmış bile olsa, ben kendimi yine yanılmış sayıyorum. Öyle sayıyorum, çünkü çok kısa süre için de olsa savaş görenler onun bir saatinin bile ne kadar uzun olduğunu bilirler!

Cumartesi günü, en muhteşem analizler, en afili sözler bile Ukrayna’da patlayan bir bombayla dehşete düşen bir çocuğun çığlığına bedel değildir demiş, ardından ben de bir analize girişmiştim.

Birkaç yerde savaşın dehşetine tanıklık etmiş birisi olarak, uzaktan soğukkanlı analizler yapabilmenin nasıl bir lüks olduğunu bilirim. Tabi, doğru analizlerin ve dünya yeni bir soğuk savaş dönemine girerken doğru yerde durmanın önemini de!

Geçen yazıda buna dair düşüncelerimi paylaşmış; solculuk ve ABD karşıtlığı adına Rusya’dan, uluslararası hukuk falan diyerek de ABD ve arkasına dizilenlerden yana olamayacağımı söylemiştim.

Ne yazık ki, savaş gibi korkunç bir şey yaşanırken elimizde sözümüzden başka bir güç yok ve bir gazeteci olarak görevim o gücü uluslararası savaş karşıtı bir hareketle daha adil bir dünyanın kurulmasından yana kullanmak.

İlk yazımda, Rusya’nın yapmakta olduğunun tam da ABD’nin Irak işgali sırasında yaptığı olduğunu, tümüyle aynı argümanları kullandığını söyledim.

Şöyle devam edeyim; bütün bunlar Rusya’nın egemenliğini kendisinin de tanıdığı komşusunu işgalini hafifletmiyor! Dün ABD Irak’ı işgal ederken, ona nasıl işgal dedik ve tanklarını toplarını alıp derhal Irak’tan çıkmasını haykırdıysak, şimdi aynısını Rusya’ya da söylemeliyiz.

Benim için Savaşa Hayır demek, bunu bekarın eş boşamasındaki rahatlıkla değil, şimdi Ukrayna’da bir solcu olsam ne yapardım empatisiyle ve sözün sivri ucunu Rusya’ya yönelterek söylemek demek! Putin’i durdurmak için Rusya sokaklarında cesaretle Savaşa Hayır diyenler gibi söylemek demek!

Bir tarafta sicili malum ABD varsa, öte tarafta da yozlaşmış oligarklar kapitalizminin, karşısındaki istihbarat başkanını bile dizlerini titreterek kekeleten despotu var. (https://www.youtube.com/watch?v=nWUziEXU6vU)

Ve solculuk sadece masa başlarında yapılmış teknik taktik analizlerin değil, belki daha fazla yüreklerin sesinin adıdır. Ukrayna’da bir solcu olsaydım, biri gırtlağıma çökmüş boğazlarken ona kimin “kışt” dediğine ne kadar bakabilirdim? Şimdi Ukraynalılar hakkında bir değerlendirme yaparken, buna içtenlikle yanıt vermek gerekir.

Rusya, mevcut dünya düzeni içinde kendince geçerli reel-politik gerekçeleri olsa da, komşusu Ukrayna’ya karşı halklara yalnızca acı getiren ve nesiller boyu sürecek düşmanlık tohumları eken bir işgale girişti. Bizim “Savaşa Hayır”ımız bu gerçeği gölgeleyen ve buna kayıtsız kalan bir savaşa hayır olamaz.

Uluslararası hukuk, egemenlik, toprak bütünlüğü gibi kavramları nalıncı keseri gibi kendine yontarak, bu değerleri her gün yok eden bir dünya düzeninde; bizim “Savaşa Hayır”ımız bunu reddedip, kavramların gerçek karşılığını bulduğu bir dünya mücadelesi olacak.

Benim “Savaşa Hayır”ım; dilin ağrıyan dişe gittiği bilinciyle, acının yaşandığı yere ve zamana tereddütsüz işaret etmeyi ve Rusya’nın işgaline de ABD’nin işgallerine karşı çıktığım gibi karşı çıkmayı gerektiriyor.

Bu savaş derhal durdurulamazsa, varacağı yerde nükleer bombaların “Savaşa Hayır”larımızı da öldürdüğü bir dünya savaşı olacak!

Not: Faruk Bildirici’nin geçen hafta tetiklediği çok yararlı gazeteci-reklam ilişkisi tartışmasında söylenebileceklerin hepsi söylendi aslında.

Teknoloji ve “yeni medya düzeni”nin bu ilişkiyi nasıl etkilemiş olabileceğine dair ben de şunu söyleyeyim: Teknoloji gazetecilik yapma biçimlerini etkileyebilir, bize yeni mecralar sunabilir ve gazeteciler kendi mecralarının sahibi olabilirler. Hatta bu mecralarına reklam da alabilir, ama yeni koşullar bizzat reklam yapmalarını meşrulaştırmaz.