Bu satırları alt katta 6 haftadır bitmeyen tadilatın tam üzerinde yazıyorum. Şu anda balkonu plastik doğrama ile kapatıyorlar. Moda’da 13 küsur yıldır aynı binada oturunca ister istemez apartmandaki komşularımız da aramızdan ayrılıyor. Moda’da yaşayanlar genelde eskiden beri burada oturduğu için, şu binada kaldığım 13 yıl boyunca 4 tane çok sevdiğim komşumuzu yitirdik. Hepsi de harika insanlardı, hepsinin de mekânı cennet olsun.

Alt kattaki teyze de gidince bir gece, dairesi bir süre satılık olarak kaldı. Yaklaşık 3 ay sonra daire satıldı. Şimdi yeni sahibi Moda’da güzel bir yerde ev aldığı için evin içini de güzel bir hale getirmeye çalışıyor. Tabii normal hayatı olan insanlar için tadilat çok da endişelenecek bir durum değil. 6’da bitiyor, yani işe filan gidiyorsanız, sıkıntı yok. Ama üst katta yazarlık yapmaya çalışıyorsanız iş bambaşka boyutlara varıyor. Bazen matkap sesinden kafamın içi sütlaç gibi oluyor. Evde kendimi “Bi daha bana gürültü mürültü diye gelirlerse küfür ederim” filan diye bağırıyorum. Şu güne kadar hiçbir komşum da “Kaan Bey, kafamız şişti, müziği kısar mısınız?” diye gelmedi bana. Ses sevmiyorum zaten. Ama bundan sonra işlerin rengi değişecek. Bir benim mi başım kel? Belki biliyorsunuzdur 81 senesinden beri davul çalıyorum. Bateristim yani. Allah’a çok şükür güzel de davul setim var. Bundan sonra kuracağım seti salona, vurdukça vuracağım. Geceleri de, özellikle hafta sonları eve ne kadar it kopuk, serseri, badici, halterci, krosfitçi, metalci, rakçı, repçi, hipapçı arkadaşım var dolduracağım, Ezhel’inden Büyük Ev’ine, Gaye Su Akyol’dan, Kes’e sabaha kadar kafalarını şişireceğim…

Biliyorum bunları yapmayacağım ama 6’ıncı haftasını dolduran taktak ve matkap sesleri yüzünden gözlerim yuvalarında başka bir açıyla dönüyor artık. Ses ve gürültü ve inşaat İstanbul’un bize en çirkin armağanı. Kadıköy de şimdi bu armağandan bolca yararlanıyor. Özellikle Bağdat Caddesi bölgesi, neredeyse 100 metrede 4-5 mega inşaat görülen, dev bir şantiyeye dönüşmüş durumda. Artık şehir içinde hafriyat ya da beton kamyonları kazalara bile karışıyor. Nefes diye ciğerlerimize beton tozu çekiyoruz çok şükür. Sabredeceğim, geçecek… Bakalım alt kattaki gürültüler daha kaç gün sürecek.

Belgeselde bir kuş görmüştüm. Kuş araba alarmlarını, motor seslerini ve otoban gürültüsünü taklit edebiliyordu. Neredeyşe şu aralar o Amerikalı kuş gibi oldum. Mesela çok güzel HILTİ taklidi yapabiliyorum. Beton matkabını da bir yere kadar gerçeği kadar iyi taklit edebiliyorum. Benim için kuş sesi artık matkap sesi haline geldi. Şansıma apartmanın bulunduğu muhitte tanıdık kuşlar var. Şimdi alt kattaki gürültüden artık camımın önüne kadar gelmiyorlar ama akşam gündelik tadilat gürültüsü bitince yine benimle birlikte oluyorlar. Elimi uzatıyorum, elimden yiyiyorlar ekmeği, peyniri. Matkaba sinirlenip, kuş arkadaşlarımla sakinleşiyorum. Şu anda galiba harç karıyorlar. Fırrssh fırrşşh diye sesler geliyor.

Aslında şehirde çoğu yerde saygının azaldığından bahsedecektim...

Gençken Taksim’de barlarda çaldıktan sonra gece 4 gibi eve dönmek için Kadıköy dolmuşuna binerdik. O zamanlar eski Amerikan arabalarından devşirme dolmuşlar vardı. Rahat değillerdi, sıkışıktı ama kimse kimseye laf etmezdi. O saatte bile. Herkes birbirine saygı duyardı. Yanınıza hayat kadını da oturabilir, arkanızda feci sarhoş bir abi de olabilirdi ama kimse kimseye kötü bile bakmazdı. Sarhoş utangaç bir şekilde dilini toplayarak cüzdanını uzatır “Şundan bir kişi alabilir misiniz?” derdi. Şoför de müşterilerine saygılıydı.

Büyük şehirler büyüdükçe ilk saygı yok oluyor sanki. Onu da bir sonraki yazıda anlatırım. Saygılar, sevgiler.