Referanduma kadar her kesime muazzam ölçüde transfer, teşvik ödemesi yapıldı. Tüm yapılan bu harcamalar gerçekte bir yaraya merhem olmadı ve bundan sonra da olamayacak

Seçim ekonomisinin faturası: Bugünlerin yarını var

Olağanüstü Hal Koşullarında, referandum süreci boyunca “olağanüstü ekonomi” ye de şahit olduk. Bugüne kadar mali disiplin, bütçe disiplini adı altında yüksek vergi, özelleştirme, kamu sosyal harcamalarının kısıtlanması vb birçok uygulamaya alışmıştık oysa. Bir anda kesenin ağzı sonuna kadar açıldı ve çeşitli kesimlere ‘altın keseler’ dağıtıldı.

Nerelere dağıtılmadı ki, konut kredilerinde faizler yüzde 1’in altına çekildi. Konut kredilerinde vadeler 20 yıla kadar çıktı, satışlarda KDV indirimi uygulandı, 1 milyon dolarlık gayrimenkul alan yabancıya vatandaşlık hakkı getirildi. Damga vergisi oranı sıfırlandı, Hazine’den Kredi Garanti Fonu’na destek artırıldı. KGF vasıtasıyla kredi hacmi artırıldı. KOSGEB öncülüğünde KOBİ’lere verilen kredi olanakları genişletildi, 1 yıl ödemesiz, üçer ay vadelerde ödemeli...

Diğer bir taraftan ‘istihdam hamlesi adı altında’ şirketlerin ilave istihdam edecekleri işçiler için 773 lira tutarındaki prim ve vergi yükümlülükleri devlet tarafından karşılandı. Tarımda gübreye indirim, elektrikli ev aletleri ve beyaz eşyada ÖTV indirimi…

Görüldüğü gibi referanduma kadar her kesime muazzam ölçüde transfer, teşvik ödemesi yapıldı. Ödemelere geçmeden önce tüm yapılan bu harcamaların gerçekte bir yaraya merhem olmadığını ve olamayacağının altını çizelim.

Ekonomi hızla daralıyor. Nasıl ki frenleri patlamış bir aracı yokuş aşağı bırakırsanız, düşüş hızlandığında önüne ne koysanız bu düşüşü durdurmanız artık mümkün olmaz, işte bugün de ona buna para dağıtmanın da pek bir etkisi olmayacağı ortadadır. Veriler de karşımızda üstelik. Hemen referandum sonrasında yüzde 13 olarak açıklanan işsizlik oranı bir yana, geçen sene yüzde 6,1’den bu yıl yüzde 2,9’a gerileyen büyümenin ardındaki daralan sanayi, tarım ve turizm sektörlerinin hali bir diğer yana. Ülke, gelirlerini ve işgücünü hızla kaybederken, seçim kaygısıyla yaratılan bu para bolluğunun kime ne faydası olur bilinmez ama bütçeden yapılan bu denli harcamanın ağır bir faturası olacağına kesin gözüyle bakmalıyız.

“Seçim bütçesi uygulanmadı” mı!

Maliye Bakanı Naci Ağbal’ın “hiçbir zaman seçim bütçesi uygulamadık” dediği Ocak-Mart döneminde yüzde 400 transfer artışı yaşandı. Maliye Bakanlığı’nın açıkladığı bütçe gerçekleşmelerine göre, mart ayında bütçe giderleri geçen yıla göre yüzde 25 artarken, örtülü ödenekten sadece 1 ayda 236 milyon lira harcama yapıldığı biliniyor. Bu denli bir harcama rekor sayılabilecek düzeyde. Sadece Ocak-Mart döneminde hanehalkına yapılan transfer ödemeleri 5 kat artış yaşamış görünüyor, yani yaklaşık yüzde 400’lük bir artıştan bahsetmek mümkün.

Peki, bütçe açığı nasıl finanse edilir?

secim-ekonomisinin-faturasi-bugunlerin-yarini-var-275838-1.Bütçe açıkları farklı yollardan finanse edilebilir, bunlardan birisi vergi artışıdır. Diğerleri ise MB aracılığı ile para basmak ve Hazine aracılığı ile borçlanmaktır. Bugünün bütçe açığının finanse edilmesinde, hükümetin hangi yolu tercih edeceği değil tercih edeceği her yolun bugünkü ekonomik şartlarda toplumun bütçesine zarar olarak yansıyacağı önemlidir.

Örneğin vergi artışına giderse, halihazırda büyümeye de olumsuz yansıyan tüketim-talep gerilemesi ortadayken, vergi artışı yoksullaşmayı hızlandıracaktır. Büyümenin Türkiye’nin borçlanmasında, sıcak para çekmesinde de önemli rolü olduğu hesaba katılırsa, vergi artışı rasyonel açıdan tercih edilmemelidir. Diğer bir yandan hükümet MB aracılığı ile para da basma olanağına sahiptir. Fakat basılan her bir para enflasyon olarak karşımıza çıkacaktır. Türkiye’de mevcut enflasyon kaygı verici boyutlardayken (yüzde 11.29) bu seçenek de akıldışı kalmaktadır.

Elimizdeki seçeneklerden kala kala Hazine tarafından tahvil ve bonoların ihracı yoluyla borçlanma kalıyor. Fakat bilindiği üzere yüksek faiz, AKP hükümetinin yürütmekte olduğu konut-gayrimenkul odaklı ekonomiye pek uymuyor. Kaldı ki faiz tüm yatırımlara olumsuz yansıyan bir etmendir. Diğer bir yandan Türkiye ekonomisinin sıcak para bağımlılığı ve reel faizleri aşağı çeken yüksek enflasyon, faizlerin de yukarı revize edilmesine yol vermiş ve bugün yüzde 13’lere tırmanmasıyla sonuçlanmıştır. Hazine kanallı borçlanmanın bu tırmanışı hızlandırmaktan başka bir sonuç vermeyeceği ortadayken, bu seçeneğin de rasyonel olmadığını görebiliyoruz.

Peki hangisini uygulayacağız? Sorun da burada zaten, aklın sınırları içinde uygulayabileceğimiz bir politika aracı kalmamış durumda. Her yol çıkmaza gidiyor.