Zeki Ökten’in 1986 tarihli filmi Ses, 12 Eylül’de işkence görmüş, altı yıl hapis yattıktan sonra Ege’de bir balıkçı kasabasında huzur arayan genç bir adamın hikâyesini anlatır. Sol kolu, midesi, ama en çok da zihni 12 Eylül zulmünden nasibini fazlasıyla almış olan adam -Tarık Akan’ın oynadığı karakterin belli bir ismi yok, o yüzden Tarık diyelim- kasabaya ısınmaya çabalarken bir gece o ‘ses’i duyar. ‘Ses’, genç adamın gözleri bağlıyken etrafında dolaşıp acı çektiren işkencecilerden birinin sesidir; Tarık adamın yüzünü bilmez ama o sesi bilir. İşkenceciyi tanıma süreci sesle sınırlı kalmaz; ailesi ve dostlarıyla tatile gelen adamın insanlara davranışındaki kötülük de Tarık’ın emin olmasını sağlar.

Uygun bir fırsatta adamı kaçırıp yıkık bir kiliseye getirir. Üstünde sadece mayosu bulunan adamın gözleri bağlıdır, Tarık adama fiziksel zarar vermez ama “Bu sesi tanıdın mı?” diyerek çektiği işkenceyi yansıtır. Bu sırada Tarık’la ilişkisi olan Sermin (Nur Sürer) ısrarla muhasebeci olduğunu söyleyen adamın o işkenceci olmama ihtimalini dile getirir ama Tarık bu konuda emindir.

Filmin finali belirsizdir; adamın gerçekten işkenceci olup olmadığını, Tarık’ın onu serbest bırakıp bırakmadığını ya da nasıl bir ceza düşündüğünü öğrenemeyiz. Zaten önemli olan bu adam/ses değil, temsilcisi olduğu toplumsal karakterdir.

Bu filmden dört yıl sonra, Şilili yazar Ariel Dorfman The Death and the Maiden/Ölüm ve Bakire adlı bir oyun yazar. Şili’de demokrasi rüzgârlarının esmeye, Pinochet diktatörlüğü zamanında işlenen korkunç suçların sorgulanmaya başladığı bir dönemde yazılan oyunda üç karakterle tanışırız: Gençliğinin baharında faşistlerin işkence ve tecavüzüne uğramış, aradan geçen yıllara rağmen bu travmayı atlatamamış Paulina; diktatörlüğün işlediği suçların hesabını sormak için kurulan komisyonda üye olan kocası, eski devrimci avukat Gerardo; Paulina’nın ‘ses’inden tanıdığı işkenceci/tecavüzcü Doktor Roberto.

Travmalarından kurtulma çabasıyla kentten uzakta yaşayan Paulina, bir gece arabanın lastiği patladığı için yolda kalan kocasının eve gelmesine yardımcı olan adamın sesini duyunca dehşete düşer. Bu, işkence altındaki muhalifler ölmesin diye zindanları dolaşıp kurbanları tedavi eden, herkesin ‘Doktor’ dediği adamın sesidir. Bir de adamın arabasında Franz Schubert’in Ölüm ve Bakire adlı bestesinin kasedini bulunca artık şüphesi kalmaz, çünkü Doktor gözleri bağlı Paulina’ya tecavüz ederken teypte daima bu müziği çalmaktadır. Paulina Doktor’u yakalayıp bağlar ama Gerardo bu nazik adamın söz konusu işkenceci olabileceğine inanmaz. Paulina bir yandan Doktor’dan itiraf koparmak için uğraşırken diğer yandan da kocasını ikna etmeye çalışır.

Oyunun ve bu oyundan 1994’de Roman Polanski tarafından uyarlanan aynı adlı filmin finali de, tıpkı Ses’teki gibi, belirsizdir. Sonunda bir itiraf gelir, ama Paulina Doktor’u cezalandırır mı, kendi vicdanıyla baş başa mı bırakır, kesin bilemeyiz.

Ses’ten 34, Ölüm ve Bakire’den 30 yıl sonra, bu sefer Nazi toplama kamplarından sağ çıkmayı başarmış Maja adlı genç kadının trajedisini izleriz. Sinemalar pandemi nedeniyle kapatılmasaydı bu günlerde gösterimde olacak olan The Secrets We Keep/Sakladığımız Sırlar adlı film, 1950ler ABD’sinde geçer. 2. Dünya Savaşı sırasında toplama kampında esir tutulan Romanyalı çingene kızı Maja, bir Amerikan askerî doktoruyla evlenip küçük bir kasabaya yerleşmiştir. Bir gün parkta oğluyla oynarken çok özel bir ıslık duyar; Maja bu ‘ses’i 15 yıl önce, savaşın sonlarına doğru kamplardaki mahkûmları öldürüp kaçan bir Nazi askerinden duymuştur. Bu askerle arkadaşları Maja ve kardeşine tecavüz etmiş, sonra ateş edip bir çukura atmışlardır.

Kimliğini değiştirerek ABD’ye yerleşmiş bu Nazi savaş suçlusunu kaçıran Maja, adamı evin bodrumuna hapseder. Maja da Tarık ve Paulina gibi, bir yandan faşist katilden itiraf koparmaya çalışırken diğer yandan eşini ikna etmeye çabalar.

Bu sefer hikâyenin finali nettir: Başlangıçta Maja’nın paranoyakça davrandığını düşünen kocası, Nazi katilin itirafını duyduğu an adamın cezasını kendince verir.

Bu anlatılar kurmaca elbette, ama o seslerin hepsi gerçek. Ses sahiplerinden hesap sormanın o kadar zor olmasının nedeniyse, işkenceciyle kurbanı arasındaki varoluşsal farkta yatıyor: Kurbanlar, uğruna işkence gördükleri değerlerden uzaklaşmadan hesap sormanın mümkün olduğu bir dünyanın peşindeler. Ve ne tuhaf, tam da bu yüzden zulüm görüyorlar. Çünkü hiçbir korkuya benzemiyor ses sahiplerinin korkusu...