T.S. Eliot, “deneyimimiz oldu, ama anlamı kaçırdık” diye yazmıştı. Gazete yazarlığının var olma nedeni de, yaşadığımız deneyimleri anlamlandırmak olmalı. Pek çok şey başımıza geliyor, o deneyimlere sahibiz ama o deneyimleri anlamlandıramadığımız sürece, olup bitenlerin bir etkisi olmuyor. Örneğin çoğu kişi hep belli özelliklere sahip kişilere âşık olur ve hep benzer şeyler yaşanır ve benzer bir biçimde ilişki sona erer. Sanki aynı şeyi durmaksızın tekrarlar kişi, ta ki yaşadığı deneyimlerin kendi içinde farkında olmadığı ve bu yüzden takılı kaldığı bir durumdan kaynaklandığını öğrenene kadar. Toplumlar da benzer süreçler yaşar. Türkiye’de siyasi kampları oluşturan kitlelerin bir şeylere takılı kaldığı ve dönüp dolaşıp benzer şeyleri yaşadıkları ortada.

REALITY ŞOVLAR

Örneğin Türkiye televizyonlarındaki reality şovların anlamı ne, insanlara ne yapıyor, toplumdaki hangi takılmayı üretip duruyor? Bu şovlar, ya gündelik hayattaki ve ilişkilerdeki ihanetleri, şiddeti, çürümeyi gösteren ibretlik hikâyelerle korkuyu, bastırılmış arzuları dedikodu ihtiyacıyla harmanlayıp tüketiyor ya da yarışmacılar üzerinden rekabeti kışkırtıp, birlikteliği değil ayrışmayı ve bölünmeyi teşvik ederek insanların birbirlerine nasıl acımasız olabildiklerini gösterip tek başınalığı ve bencilliği olumluyor. Bu şovlar, korku ve utanç duygularıyla tanımlanabilir.

Bugün şöyle bir reality şov yapılsa, reyting rekolarları kırar mıydı: Yarışmacıların işbirliği yaptığı, kazanmanın değil de birbirlerinin başarılarından keyif almanın öne çıktığı, başarısızlıklar üzerine birlikte düşünülüp dersler çıkarıldığı bir format… Esprili, empatik, yargılamaksızın anlama, zerafet ve nezaketin olduğu… Böyle bir TV şovu var mı bilmiyorum, ama Türkiye’de yapılsa ciddi bir izleyici kitlesi olabilir.

DERİN ANLAM

Reality şovlar, bugün kitlelerin içinde yaşadığı korku ve gerçeklik dışılık duygusunu yansıtıyor bir bakıma. Geçenlerde BirGün’de Uğur Kutay’ın ‘Yokmuş Gibi Yapanların Finali’ yazısında da vardı, pandemi yokmuş, tarih yokmuş, ekonomik kriz yokmuş gibi yapan diziler, programlarla dolu TV kanalları. Bu korku ve gerçek dışılık duygusu, uyanık ve uyuyan benlikler arasındaki, gerçek ile fanteziler arasındaki sınırları da belirsizleştirdi ve deneyimlerin anlamı tümden kaybedilir oldu. Çünkü korkunun altında ezilen zihin somut olaylarla uğraştığı için olup bitenin ‘derin anlamı’nı bulması oldukça zor hale gelir. Sessizlikte boğulma, tam olarak bu derin anlamdan yoksun kalındığında gerçekleşir. Bütün bu reality şovların söylediği, kaçamayacağımız gerçekliğe karşı birleşmiş bir inançsızlık içinde olduğumuz… Tıpkı ‘Squid Game’ dizisindeki gibi, tek tek bireyler bir umudu olmadığında ve dayanışarak o umutsuzluğu yenmenin imkânsızlığına inandığında, bir kişi hariç herkesin yok olduğu ya da olacağı bir sistem. Bütün o kayıplara ve acılara tanık olan kişi, kazansa ne olacak ki?

KORKU VE UTANÇ

Bütün bu olup bitenlerin ardındaki, korku ve utanç duygularına bakmak, içimizde ne olduğunu anlamak için yardımcı olabilir. Reality şovların bende uyandırdığı en önemli duygu utanç… Psikanalitik açıdan biliyoruz ki utanç verici bir yargı, benliğin içindeki ‘benlik ile öteki’ arasındaki alanı çökertir. İnsanı kendi içine, benliğine kilitler. Bu duyguyu yaşayanların şöyle söylediklerine tanık oluruz: “Silinmek istedim, kimsenin varlığımdan haberdar olmamasını dilerdim…” Başka birisinin yaşadığı utançtan keyif alma, en büyük korkusunun kendisinin değil de başka birisinin yaşadığını görerek rahatlamaya denk gelir. Bizim kendi içimizdeki o üçüncü alanı, dayanışma ve empatiyle birlikte yeniden kurmaktan başka bir şansımız yok; birleşmiş bu inançsızlık halinden, korku ve utanç duygularından birbirimize inanarak kurtulabiliriz, her şeye rağmen…