“19 Temmuz 2017 günü, Nazımiye’ye bağlı Uzuntarla bölgesinde terör örgütü üyelerinin engellenmesine yönelik çalışmalarda silahlı insansız hava aracı (SİHA) tarafından ısı kaynağı alınmasına müteakip atış yapılmış, 6 örgüt mensubu etkisiz hale getirilmiştir.” Bu bir cümlelik resmi duyurudan bir kaç saat sonra, “etkisiz hale getirilen”erden birinin “örgüt mensubu” değil, üç çocuk sahibi bir “servis şoförü” olduğu ortaya çıktı. Ercan Güneş’in niçin “terörist” ilân edildiği, ona neden “öldürücü kuvvet” kullanıldığı bugüne kadar açıklanmadı.

Savcılık dosyasına 24 Nisan 2018’de giren ayrıntılı bir otopsi tutanağı, “ölümün ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasıyla meydana geldiğini” belirtiyordu. Ercan Güneş’in vücudundan çıkan 0.3 santimlik metal cisim ise, “bir mermi çekirdeğinin uç kısmı” idi. Bu bilgiler göstermekteydi ki, Ercan Güneş SİHA’dan atılan Hellfire füzesiyle değil, karadan ya da hava atışı sonrası olay yerine gelen helikopterlerden açılan ateşle öldürülmüş olabilir. SİHA atışı sonrasında aslında Ercan GÜNEŞ hâlâ sağ durumdaydı, ölüme bombardıman sonrası kullanılan ateşli silah yol açtı. Nitekim diğer cesetler parçalanmış ve tanınmaz halde iken, 20 Temmuz 2017 tarihli ilk otopsi tutanağı, Ercan’ın vücudunda parçalanma veya bütünlük kaybı olmadığını ortaya koyuyordu.
Ercan Güneş’i o gün, şehirlerarası karayolunun bitişiğindeki o köyün yüz elli metre arka tarafındaki ıssız vadiye götüren sebebin ne olduğu bilinmiyor. Olaya dair şeffaf bir yöntem izlemeyen askeri, idari ve yargısal yetkililer de bugüne kadar kamuoyuna doyurucu herhangi bir bilgi vermediler. Oysa SİHA kullanımına dair şeffaflık, kamunun bilgiye erişebilmesinin, gözetim ve yaptırım uygulanabilmesinin –hukuki hesap verebilirlik- ve dolayısıyla hukukun üstünlüğünün bir parçasıdır.

Ercan Güneş, bölgedeki pek çok insan gibi örgüt tarafından oraya çağrılmış olabilir -bu çağrıya mecburen icabet etmiş de olması mümkün-, örgüt mensuplarıyla başka bir amaçla buluşmuş olabilir ya da örgüte zorla veya gönüllü yardım etmek (mesela gıda malzemesi götürmek) amacıyla da oraya gitmiş olabilir. Ancak tüm bunlar Ercan Güneş’i “örgüt mensubu” yapmaz, öldürülmesini “hukuka uygun” kılmaz. Konu esasen çok eskidir; bireylere karşı “öldürücü derecede ve nitelikte kuvvet kullanma” ve “yaşama hakkı” tartışmasıdır. Ancak burada SİHA’ya dair bazı özel hususlar var.

Silahlı çatışmalarda başvurulabilecek araç ve yöntemlere sınırlamalar getiren insancıl hukuk kuralları, sivillere yönelik şiddet eylemlerini yasaklamaktadır. Sivillerin çatışmanın etkilerinden korunması ve insanlığın yaşayacağı acıların azaltılması temel ilkedir. Devletlerarası büyük çatışmalarda veya devletin kendi içinde meydana gelen daha küçük çatışmalarda uygulanacak bu kurallar, askeri gereklilik, orantılılık, ayrım gözetilmesi, insancıllık ve saldırı önlemlerinin alınması gibi ilkelerden oluşur.

Bir operasyon en az kayıp ve zarar ile planlanmalı ve sona erdirilmelidir. Yakalamanın mümkün olması halinde hedef kişi öldürülmemelidir. SİHA’lar rakipsiz savaş araçları olarak “yakalama” yapmamaktadır. Sivil unsurlar, saldırının doğrudan hedefi olmamalı, ayırt edilmelidirler. Ayrım gözetmeyen saldırı yasaktır. Sivil ve silahlı ayrımı yapmak, SİHA operatörlerinin yüksek çözünürlükte görüntü alması nedeniyle bugün daha kolaydır. SİHA operatörleri hedef kişileri “gerçek zamanlı” olarak görmekte ve izlemektedirler (Bakan Süleyman Soylu’nun 10 Eylül 2017 tarihli “İHA ile teröristlerin kol saatinin markasını bile görüyoruz” demeci hatırlansın).

Bir sivil ancak “çatışmaya doğrudan katılırsa” hedef alınabilir. Sivil “silah taşırsa, silah kullanırsa, silaha sarılırsa, operasyon ve çatışmalarda yer alırsa, savaşan tarafa derhal kullanılabilecek askeri istihbarat taşırsa, muharebe bölgesinde silah taşımacılığı yaparsa, bir taraf adına gözcü, istihbarat ajanı olarak görev yaparsa”, ancak bu durumlarda “çatışmaya doğrudan katılan” sayılabilir ve “hedef alınabilir” (Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi kararı, Case No: IT-01-42-A, 17 Temmuz 2008).

Tüm silahların insancıl hukuku ihlâl eder biçimde kullanılması mümkün olsa da, belirli silahların “doğası gereği” ayrım gözetme ilkesini ihlâl ettikleri çok açıktır. Mayınlar ve kimyasal silahlar bu türdendir. Füzelerle donatılmış, playstation oyunu gibi bir düğmeye basarak hedefe gönderilen, teslim olma ve teslim alma olanağının bulunmadığı SİHA’ların da ayrım gözetmediği söylenebilir. Yakalama veya tutuklama butonu bulunmayan SİHA’ların operatörleri, saldırıyı iptal etme imkânına da sahip olmayan; bir düğmeye basarak sadece “ölüm”e yol açan konumundadırlar.

Yukarıda özetlenen yüz yılı aşan uluslararası insancıl hukuk kurallarını, Ercan Güneş’in ölümüne uyarladığımızda, çatışmanın tarafı olmayan, silahsız bir sivile karşı, gerekli ve zorunlu nitelikte olmayan, orantılı da kabul edilemeyecek, öldürmek amacıyla kuvvet kullanıldığını söylemek mümkündür. Üstelik, SİHA atışına ragmen “öldürme” dışında güçlü bir “teslim alma” seçeneği de bulunduğu halde bu imkân kullanılmamıştır. Bu ölümün sorumlularının hesap vermesi zorunluluğu bir yana, kamuoyuna asgari bir açıklama dahi yapılmadığını hatırlatmamız şarttır.

İsrail hükümetinin “teröristlerin gayrı meşru muharip olduklarından her zaman öldürülebilecekleri” iddiasını reddeden İsrail Mahkemesi’nin, “sivillerin ancak çatışmaya doğrudan katıldıkları süre içinde öldürülebileceği” yönündeki kararını da hatırlatmak yararlı olabilir.