İktidarın, pek çok önemli konuya olduğu gibi, sanata da nasıl, ne kadar yanlış ve yıkıcı baktığı, Kars’taki insanlık heykelinin yıkılmasından günümüze, sanatçılara yapılan yasaklama ve saldırılara uzanan örnekleriyle çok iyi biliniyor.

Son günlerde iktidar ve çevrelerinin sanat karşıtlığı, yalnız sanatı değil düşünce özgürlüğünü de hiçe sayan ivmeler kazanıyor.

Günlerdir, müziğiyle olağanüstü oluşuna ek olarak, binlerce gence müziği sevdiren, yüzlercesini yetiştiren, bu toplumun Minik Serçe’si, usta sanatçı Sezen Aksu, "Şahane Bir Şey Yaşamak" isimli şarkısının "Binmişiz bir alamete. Gidiyoruz kıyamete. Selam söyleyin o cahil Havva ile Âdem’e" şeklindeki sözleri nedeniyle dini değerlere hakaret ettiği öne sürülerek saldırıya, daha doğrusu acımasız bir kıyıma uğruyor.

BEŞ YIL SONRA GELEN

Adı da, içeriği de şahane olan ve dahası bundan “tam beş yıl önce”, 2017’de yazılan bu şarkı sözlerine, bugün, şiddetle karşı çıkılmasında, bir değil, birden çok sakatlık vardır.

Önce, inanca saygı bağlamında Diyanet’ten RTÜK’e, bir üniversitenin rektöründen, çok sayıda köşe yazarına; suç duyurusunda bulunandan, TV yorumcusuna, sonrasında da kendilerini dini korumakla görevli sayarak Sezen’in evinin önünde toplananlara uzanan saldırılar, Başkan Erdoğan’ın, üstelik camide “yeri geldiğinde o dilleri koparmak bizim görevimiz” sözlerine uzandı. İnanca saygı ayrı bir konu, ancak, bu sözlerin beş yıl sonra farkına varılmasının “nedenleri” açıklanmalıdır. Ne oldu da, beş yıl sonra saldırıya geçiliyor?

Bu, cevabı mutlaka verilmesi gereken çok haklı bir sorudur.

Sonra, yapılmak istenen nedir? İktidar, özellikle ekonomideki başarısızlığını yoksullaşan halkın duyumsaması için ya da ekonomik sancıları unutturmak amacıyla bu saldırıya başvurabilir. Ayrıca, hak ve özgürlüklerle birlikte, yıllardır bu topluma gülmeyi ve eğlenmeyi unutturan iktidar, düşünce ve sanat özgürlüklerini sınırlamada daha aşırı adımlar atmaya çalışabilir. Nedeni ne olursa olsun, saldırı, çok sağlıksızdır.

Ne oldu da, bu kesim beş yıl sonra saldırıya geçiyor? Bu, cevabı mutlaka verilmesi gereken çok haklı bir sorudur.

YAŞAMAK GÜZELDİR

Bugün yaşamakta olduğumuz baskı rejiminin temelini oluşturan 2010 tarihli Anayasa değişikliğine, “yetmez ama evet” anlayışıyla yakın durması, büyük sanatçı Aksu’nun desteklenmesine engel asla olmamalıdır. İktidar, Sezen Aksu saldırısıyla “baltayı taşa vurduğunu” en kısa zamanda anlamalıdır.
Çünkü saldırılan, acımasızca boğazlanmak istenen, doğrudan doğruya, insanın özgürlüğü ve onun sonucu olan yaratıcılığıdır.

Aslında, Sezen Aksu’nun söze, notaya ve sese döktüğü gibi, yaşamanın “her şeye karşın” ya da inadına “şahane” olduğunun ve ona katılan sanatçı Gülşen’in ve diğer sanatçıların yaklaşımlarının altını çizeyim.

Düşünelim; bugün, katilleri hâlâ bulunamayan Uğur Mumcu’nun öldürülmesinin 29’uncu yılı.

Hele de, bugünlerde 120. doğum gününde andığımız Nazım Hikmet’in dediği gibi, “yaşamak, bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine” olursa ne kadar olağanüstü ve güzel olduğunu vurgulamalıyım. Yine, bugünlerin, değişik inanç, etnik köken ve dil sahibi olsalar da, insanların, bir arada ve kardeşçe yaşamalarını sonuna dek savunan, bu toplumun güzel insanlarından Hrant Dink’in katledilişinin 15. yılı olduğunu anımsayalım.

BENİM İÇİN ÜÇ GÖRÜNÜM

Havva ile Âdem konusu, haklarında okuduklarım bir tarafa, benim için şu üç noktada ayrı bir anlam kazandı.

Birincisi, çocukluğumda, babaannem Halime’nin anlattığı çoğu Hazreti Ali’nin kahramanlıklarından oluşan öykücüklerin birinin, Âdem ile Havva ve Cennet’ten kovulmaları üzerine olduğunu çok iyi anımsıyorum. Gittiğim okulda Tabiat Bilgisi dersinde de insanın, kökenini sürüngenlere gittiğini, evrim geçirerek bugünlere geldiğini öğrendiğimde de babaannemim söylediklerini hiç yadsımadım.

Âdem ve Havva ile ikinci karşılaşmamda, Cennet’ten kovulmalarının nedeni açıklanıyordu. Şöyle ki; üniversitelerde iktisat derslerinde “değişimi anlatmak” hiç de kolay değildir. Bunu gerçekleştirmek amacıyla, pek çok ülkede şu etkileyici öykücük anlatılır:

Âdem ile Havva Cennet’te dolaşıyorlarmış. Havva, dalından kopardığı bir elmayı Âdem’e uzatmış. Elmayı ısıran Âdem Havva’ya;

-“Sevgilim, bir büyük değişimin eşiğindeyiz!” demiş.

Üçüncüsü, inanmayacaksınız ama, ben, daha öbür tarafa gitmeden, bu dünyada Havva ve Âdem ile bir dış gezi sırasında karşılaştım.

Rusya’nın Saint Petersburg kenti, yaklaşık 300 yıl önce, bizim Deli, Rusların Büyük dediği ve bugünkü Rusya’nın kurucularından biri sayılan Petro tarafından kurulmuş. O kentin yakınlarında ünlü Peter’in Bahçeleri var. Her türlü bitki ve ağaç bir araya getirilerek, olağanüstü bir orman ve doğa güzelliği yaratılmış. O cennet gibi bahçelerde, Âdem ile Havva’nın sıradan insan olarak heykelleri de var. Ancak, üzerlerinde hiç giysi yok.

Çok sayıda turist bir yana, Rus çocukları o çırılçıplak heykellerin çevresinde oynuyor, aşk türküleri söylüyor, şakalaşıyor ve yaşıyor!

Bu ve benzeri nedenlerle, o toplum, sanatın ve başta buz pateni ve tenis olmak üzere sporun hemen tüm dallarında olimpiyat, dünya ve Avrupa şampiyonluklarını kimseye kaptırmıyor; öykünün, romanın, müziğin ve tiyatronun en görkemli meyvelerini veriyor. Daha ne olsun; çocuk yaşta kızları Sezen’in ülkesinde voleybol oynuyor.

‘SEZEN’LER TÜRKİYE’DİR

Özenle belirtmek gerekiyor ki, günlerdir, Sezen Aksu üzerinden bir bütün olarak bu topluma saldırılıyor.

Toplumların değeri, bilim ve sanat başta olmak üzere, insanlığı yaptıkları kalıcı katkılarla doğru orantılıdır. Kalıcı katkı da yalnız insanın yaratıcılığını özgürlük ortamında gelişebilmesi bağlıdır. Daha önce, onlarca sanatçıyı baskı altına almaya kalkan, yargıya götüren, sokak serserilerini üzerlerine saldırtanlar ve şimdi Sezen’i ezmeye kalkanlar asıl bu toplumun yaratıcılık gizilgücünü yok ediyorlar.

Sezen’i ve diğer sanatçılarını, ezmek bir yana, üzen bir toplum, eninde sonunda, kendisi daha çok üzülür; üzülmekle de kalmaz, tarihten silinir. Çünkü, onlar gerçek Türkiye’dir; doğrusunu isterseniz, söylemeye dilim varmıyor ama, Türkiye’den de fazlası!