1994 yılının Nisan, Mayıs ve Haziran aylarında Ruanda’da korkunç şeyler oldu. Ülke nüfusunun çoğunluğunu oluşturan Hutular, Ruanda’nın kaymağını yediğini düşündükleri Tutsileri satırlarla, palalarla, ucu sivriltilmiş sopalarla ve ellerine geçen diğer her şeyle acımasızca katletmeye başladı. Şu küçük Wikipedi alıntısı, olayın korkunçluğunu biraz olsun hissettirecektir: “Hutu milisleri, neredeyse ellerine geçen her aletle, balta, bıçak, satır, taş ile Tutsileri öldürmeye başladılar. Parası olan Tutsiler kurşun parası vererek, acısız ölümü satın alıyorlardı, olmayanlar ise en acımasız şekilde öldürülüyordu. Öldürmekten yorulan Hutular, Tutsilerin kaçmasını önlemek maksadıyla aşil tendonlarını kesiyor, dinlendikten sonra katliamlarına devam ediyorlardı. Kilisede rahipler, hastanede doktorlar, ellerindeki Tutsileri cellatlarına teslim ediyorlardı. Ceset saklanabilecek her yer cesetlerle dolmuş, cesetlere saldıran köpeklere sinirlenen Hutular, o dönemde neredeyse ülkedeki tüm köpekleri öldürerek yok etmişlerdi.”

Uzunca bir süre ülkeyi sömüren Belçika, Ruanda yönetiminde Hutulara karşı Tutsilere ağırlık vermişti, doğru, ama aslında birbirlerinden neredeyse hiçbir farkları yoktu. Gerek bu filmde, gerekse konuya değinen diğer belgesel ve kurmaca filmlerde -Hotel Rwanda (2004), Earth Made of Glass (2010) vd.- Hutularla Tutsilerin aynı yaşam tarzını, aynı sefaleti paylaştığını görebilirsiniz. Ama onlar bu sefalete yol açanlarla hesaplaşmak yerine komşularını öldürdüler. Neden?

1998 yapımı Why did Kill Their Neighbours?/Komşularını Neden Öldürdüler? adlı belgesel film, soykırım suçlusu bir gencin cezaevinden çıkıp köyüne dönüşünü takip ederken, içeriden bir bakışla bu soruya yanıt arıyordu. ‘Komşu’ denilenlerin sadece aynı mahallede yaşayanlar değil, bizzat ev ahalisi olduğunu görüyorduk: Film boyunca takip ettiğimiz François adlı Hutu, kendi ablasının çocuklarını sırf babaları Tutsi diye öldürmüştü.

Kaymağı yiyen aslında Tutsiler değildi. Ama Hutular, bizzat içinde yüzdükleri sefalete yol açan sistemin gösterdiği hedefe saldırmayı daha kolay bulmuş olmalı. Bu yüzden, tarih boyunca hep olduğu gibi oldu; bu sefer olumsuzlukların nedeni Yahudiler ya da Çingeneler değil, Tutsilerdi.

Geçtiğimiz haftalarda internet ortamında gösterime giren Soft and Quite (Yumuşak ve Sessizce) adlı film de, Hutuları yönlendiren mekanizmayı ele alıyor. Aryan Birliğinin Kızları adlı bir kulüp kurarak toplantılar düzenleyen bir grup ırkçı Amerikalı kadın -son birkaç yıldır bunlara ‘Karen’ deniyor- içinde bulundukları sefaletin sorumlusunu tespit ediyorlar: Siyahiler, Meksikalılar, Yahudiler, kısaca Beyaz Amerikalı olmayan herkes… Toplantıda, üstüne gamalı haç çizilmiş pasta yerken şöyle şeyler konuşuyorlar: “Çokkültürlülükle savaşırken birbirimizi desteklemek için buradayız.”; “Meksikalılar ya da siyahlar ‘Ah, şu beyazlar ne korkunç!’ deyip başlarına hiçbir şey gelmeden uzaklaşabiliyor. Ama biz ufacık bir eleştiri yapsak ‘Ooo, ama bu ırkçılık!’ deyip bizi susturuyorlar!”; “Her gün bir saat otobüs yolculuğu yaparak işe gidip kıçımdan terliyorum, ama terfiyi ben değil Kolombiyalı kız kapıyor!”.

Aslında Kolombiyalı ‘kahverengi’ kızla Amerikalı ‘beyaz’ kızın çok büyük ortak paydaları var, ikisi de işçi sınıfının üyesi, ikisi de sömürülüyor. Ama kibir, cehalet ve kapitalizmin ideolojik yön saptırmaları, Amerikalı Hutu’nun Kolombiyalı Tutsi’ye düşmanlık beslemesine, böylece tarihin en temel çelişkisinin görünmezleşmesine yol açıyor.

Toplantıda bu kadınlar birbirini öyle gaza getiriyor ki, iki Orta Amerikalı genç kıza en vahşi maçoların yapacağı türde işkenceler yaparak işi cinayete kadar vardırıyor, komşularını öldürüyorlar. Komşularını öldürüyorlar.

***

Irkçı faşist diyor ki, “Suriyeliler ve Afganlar yüzünden gençlerimiz iş bulamıyor!”. Türkiye nüfusunun önemli bir bölümünü oluşturan gençler, Suriyeli ya da Afganların çalıştığı işlere bakmıyor bile, çünkü o ücretle bu işin yapılamayacağını, yapılmaması gerektiğinin farkındalar. Arabayı bakım için götürdüğüm servisin sahibi de diyor ki, “Suriyeliler olmasa batarız. Türkler çalışmak istemiyor. Artık çırak bile bulamıyoruz!” Batmayacaklarını, olsa olsa kârlarının azalacağını biliyoruz tabii; çaresizlik içindeki göçmenler karın tokluğuna çalışmayı kabul ediyor.

Suçlunun sistemin hedef olarak sunduğu Suriyeli, Iraklı, Afgan göçmenler değil de bu göçmenlik durumuna yol açanlar olduğunu görebilmeleri gerek. İşte o zaman, sadece görmek sayesinde bile, dünya biraz daha değişecek.

Görmediklerindeyse, soru kendini sürekli tekrar edecek: Komşularını neden öldürdüler?

Komşularını neden öldürdüler?