Sokaklardan evlere, evlerden devlere

Bir yeri, ‘o yer’, bir semt, bir bölge haline getiren şeyler neler olabilir? Sevdiğimiz yerlerin neyini seviyoruz? Anılar nasıl oluşuyor, gibi şeyler düşünüyorum. Yani tam bir malım.

Benim aidiyetle ilgili anladığım şey şu. Aslında basit kuralları var. Bir yeri özel yapan şey ya da şeyler esasında çok basit. Bunu yapabilmek sonra da yaşatabilmek işin zor kısmı. Çünkü hayatta aklınıza gelemeyecek şeyler de olabilir.

Mesela bir yer, bir bölge, uzun süredir değişmiyorsa. Yani bölgenin terzisi, çiçekçisi, bilinen birkaç elektrikçisi (bazısı dandik, bazısı daha teknik), kayıntılık bir yeri, belki bir esnaf lokantası, bir sahnesi, bir alanı olması gerekiyor en azından. Bunların bir de orada uzun süredir olmaları gerekiyor. Aslında şimdi yapılan her şey gelecekteki semti etkiliyor.

Yıllardır aynı yerde açık olan barlar, tuhaf tuhaf mekânlar görüyorum yurt dışında. Dünyanın adı sanı bilinen grupları Avrupa turnelerinde bu salaş, dökülen mekânlarda çalıyor. Mekân sahipleri gelip “Burada tuvalet önünde çaldığınız için kendinizi kötü hissetmeyin. Biz 26 yıllık bir mekânız, burasının hakkını verin” diye şekil bile yapabiliyor. Ama işte o 26 yıllık ısrar uzun vadede o noktanın Avrupa’nın en hürmet gören konser ortamlarından biri haline geliyor. İki nesildir terzilik yapan bir ailenin dükkânı, o semti o semt haline getiriyor bence. Mahalle duygusu aslında insanların birbirini tanıması ya da tipine aşina olmasından öte bir şey. O insanların birbirine selam vermesi, birbirlerinin yardımına koşması, bir arada birbirleriyle anlaşmasalar bile birbirlerine destek olabilmesi en önce. Sonrasında oradaki parklar, bahçeler, muhitin geleni gideni oraları başka başka hallere sokuyor.

Kadıköy bu açıdan bakıldığında bu özelliklerin çoğunu taşıyor ama artık güç bela taşıyor maalesef. Bunu bu sene ben söylüyorum, seneye de başkaları bu yılları özleyecek. Zamandan kaçış yok. Herkes daha eskisini özlüyor. Ama bir de nedeni var tabii ki bu davranışın.

Kadıköy’deki müzik kültürünü ele alalım. Kadıköy’den çıkan birçok grup, semtin kentine özgür üretimleri yıllardır var. Peki neden? Galiba birinci sebep Kadıköy’de yaşayan öğrenciler. Bulunan liseler. Sonrasında ise Kadıköy’deki müzik ve prova stüdyolarının sayısı ve tabii ki bir de sahilde yanından geçerken içerisinden gelen seslere hayran kaldığınız konservatuar… Bence müzikle hiçbir ilgisi olmayan bir insan bile binanın yanından geçerken duyduğu sesleri bir durup dinlemeye çalışır. Böyle bir şeyi denemediyseniz hemen konservatuarın önüne gidin. Geçen gün insanlar camın önüne yaklaşmış, içeride çello çalışan bir genç kızı izliyordu mesela.
Müzik demek gençlik ve asilik demek ister istemez. Kimse çocuğunun müzisyen olmasını istemez. Öncelikle evde gıygıygıy kafa şişirir. Hele benim gibi davul filan çalıyorsa hiç sormayın. Her gün kapıda polis, komşu, mahalleli isyanda… Olmaz yani. İşte o müzisyen olmak isteyen gençler 80’lerden itibaren Kadıköy’de çok şey değiştirdi. Sokaklarda birbirlerinin gitarlarına, zillerine bakıp tanışan gençler. aynı stüdyoyu paylaşan iki ayrı ekip. Hepsi bir zaman içinde kendi mahallesini, kendi arkadaşlıklarını getirdi. Bütün müzisyenler birbirini tanır, birbirini sever oldu. Metalcisi, pankçısı, hardcorecusu, rakçısı hepsi büyük ve aklı başında olmayan bir aile gibiydi. Müzik üretimi mi müzik tüketimini getirdi, yoksa müzik tüketimi mi yeni müzikleri doğurdu, o konuyu da Zihni’ye filan sormak lazım. Akmar’da kendisi. Gidip, selamımı verip sorabilirsiniz.

Tabii bu sadece yelpazenin bir dalı. Bir yandan da o çocuklardan önce de Barış Manço’nun dolaştığı sokaklar buralar ne de olsa. Barış Manço’dan önce de başkaları dolaşmış. Havasından mı suyundan mı bilinmez ama buralara müziği ilk getirenler çok hayırlı bir iş yapmışlar. Barış Manço da bu konuda benimle aynı fikirdedir umarım.