Sonunda anlattı hikâyesini...

Cannes 2018 programını açıklayınca iki büyük sürprizle karşılaştık. Biri, ağzından çıkanı kulağı duymayan Lars Von Trier’in 2011’de Hitler için söyledikleriyle yediği sürgün cezasının affedilmesiydi. Danimarkalı yönetmen, seri katil filmi “The House that Jack Built” ile yine Cannes’da olacak.

Ama bence Cannes’ın, hatta bu yılın en büyük sürprizi, yönetmen/senarist Terry Gilliam’ın yaklaşık yirmi yıldan ve sekiz girişimden sonra “The Man Who Killed Don Quixote”u bitirmiş olması. Monty Python’ın tek Amerikalı üyesi ve animatörünün bu başarısı, “azmin elinden bir şey kurtulmaz” atasözünün günümüzdeki en parlak örneği. “The Man Who Killed Don Quixote” Cannes 2018’in kapanış filmi olacak.

İzninizle ben bugün Terry Gilliam’ın bu efsanevi başarısının hikâyesini anlatacağım. Onun hem Monty Python dönemini; hem de başta harikulade “Brazil” olmak üzere, “12 Monkees”, “Fear and Loathing in Las Vegas”, “Time Bandits”, “The Adventures of Baron Munchausen” gibi filmlerini çok seven biri olarak Don Kişot yorumunu çok merak ediyorum. Ayrıca bir yönetmenin sırf yapmak istediği filmi gerçekleştirmek için bunca zaman, türlü zorlukla boğuşmaktan kaçınmaması beni çok heyecanlandırıyor.

Sınırsız bir hayal gücüne sahip olan Terry Gilliam, 1990 yılından beri Cervantes’in şaheserinden kendi gönlünce bir film yapmaya çalışıyor. İlkinde iş çekim aşamasına kadar gelmişti. Don Kişot’u Jean Rochefort oynuyordu. Johhny Depp ise, zamanda geri giden ve Kişot’un sadık adamı Sanço Panza olan pazarlama yöneticisiydi.

Gilliam, Cervantes’in kitabını çok kapsamlı bulunca, hikâyeden kendi versiyonunu yaratma kararı aldı. Mark Twain’in hikâyesi, “A Connecticut Yankee in King Arthur’s Court”tan da esinlendi. Sanço Panza karakteri sadece filmin başlarında ortaya çıkacak, sonra yerini, yirmi birinci yüzyıldan bir pazarlamacı alacaktı. Kişot da onu Panza sanacaktı. Terry Gilliam büyük bir heyecanla işe girişti. Çünkü “Don Kişot” ile ikisinin, ‘topluma karşı birey’ gibi ortak temaları vardı. Amerikan şirketleriyle daha önceki tecrübelerinin ışığında, bu sefer Avrupa şirketleriyle çalışmaya karar verdi. Filmi İspanya’da çekecekti. Don Kişot’u oynayacak olan Rochefort İngilizce öğrenecekti. Vanessa Paradis de, o sıradaki ilişkilerini yansıtan mutlu bir tesadüfle, Depp’in sevgilisi olacaktı.

Muhtelif ülkelerden para bulundu, ekip toparlandı, İspanya’ya gidildi, “The Man Who Killed Don Quixote”nin çekimine başlandı. Daha ilk günden, dış çekim mekânının, yakındaki NATO uçak hedef talim alanından gelen gürültüyle kirlendiği anlaşıldı. Gilliam gene de çekimi sürdürdü, sesi post-prodüksiyonda dahil edeceğini düşündü. İkinci gün Nuh tufanı patlak verdi. Donanım büyük zarar gördü, kısmen çekimleri yapılmış mekânın görünüşü kalıcı biçimde değişti.
Daha sonra Rochefort’un hem sakatlandığı, hem de kendisinde prostat enfeksiyonu olduğu ortaya çıktı, bir hafta içinde de filme devam edemeyeceği anlaşıldı. Hem de onca gayretine ve sakat sakat ata binmesine rağmen. Bir rivayete göre de, Rosinante’ı oynayan ata çok kötü muamele edildiğini düşünüyordu. Böylece prodüksiyona son verildi.
Bütün bunları biliyoruz, hatta felâketin (tufan benzeri fırtına ve su baskınını kastediyorum) neye benzediği hakkında da bir fikrimiz var. Keith Fulton ve Louis Pepe, filmin nasıl yapıldığı hakkında bir belgesel çekerlerken, sonunda ellerinde bir “Nasıl Yapılmadı?” belgeseli kalmıştı. Onu gösterime soktular, Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde de gösterildi. Gerçekten içler acısıydı. Ben şahsen, normalde hareketli, neşeli biri olan Terry Gilliam’ın bu facianın altından kalkamayacağını düşünüyordum. Oysa yılmamış, bıkmamış.

Öte yandan, Don Kişot’u uyarlamak isteyip de yapamayan ilk yönetmen o değil. Orson Welles bir uyarlama üzerinde çalışmaya 1957’de başlamış ve filminde şövalyeyi oynayan aktör öldükten sonra bile çalışmalarını azimle sürdürmüştü. Ama 1985’te kendisi öldüğünde proje yarım bile değildi. Gilliam ise 2000 felâketinin ardından 2005 ve 2015’te, Don Kişot’ta John Hurt ve Robert Duvall, Sanço’da ise Ewan McGregor ve Jack O’Connell gibi aktörlerle gene denemişti. Kısmet, Cannes 2018’eymiş.