Bir sonuca ulaşmanın, bir problemi çözmenin tek yoludur sorular. Sanılanın, inanılanın tersine cevaplar değil!

Zaten bir cevabınızın olabilmesinin önkoşulu da sorularınızın olmasıdır. Bir cevaba ulaşabilmenin ilk adımını cesur bir soruyla atarsınız.

Hele de bazı meslekler, bazı alanlar… Sorular yoksa, onlar da yoktur.

Bilimin temelinde sorular vardır misal, gazeteciliğin yüzde 90’ı sorudur.

Şimdi, Ay’a gitmekten falan söz ediyoruz ya, soruları olmasaydı Ay’a çoktan ayak basmış olanlar oturdukları yerden bile kalkamamıştı henüz.

Uzaya dair sorulara milyarlarca dolar yatırım yapmak “cahillik” diyen pek meşhur, pek medyatik bir Hoca var. Hem de Cübbeli. Hoş, şimdi Ay’a gidiyoruz denilen günlerde artık diyemez herhalde. Ama diyordu; “cahillik”, hatta “manyaklık” diyordu.

Mars’ta su var mı? Et var mı? But var mı? Manyak manyak işler... Ben sana söyleyeyim, sen oraya çıkamadan dünya kopacak. Masrafa değmez. Ver bana 100 bin dolar her şeyi söyleyeyim. Ne cahil adamsın.

Cevabın çok net olduğu zamanlardı; dünya yuvarlak değildi ve dönmüyordu. 1632’de bunları sorguladığı ve “Dünya dönüyor” dediği için yakılarak ölüme mahkûm edilmişti Galileo.

Oysa, ondan yaklaşık 500 yıl kadar önce, 1155’de, Avrupa’daki Orta Çağ üniversitesinin kurucu belgesi sayılan Authentica Habita ya da Privilegium Scholasticum imzalanmış, bilim insanlarına ayrıcalık tanınarak “din adamlarıyla aynı özgürlüğe ve dokunulmazlığa” sahip olmaları sağlanmıştı. Yargılanmalarını gerektirecek bir durum olursa, sıradan yerel mahkemelerde değil yüksek mahkemelerde yargılanacaklardı.

Ancak, bu koşullarda sorular sorulabilir, bir ilerleme olabilirdi. Ne yazık ki, tarih ve toplumlar sorular sorma konusunda inişli çıkışlı bir süreç izledi. Nedenin, nasılın peşine düşmenin cezalandırıldığı dönemler de oldu, cesaretlendirildiği dönemler de.

İlkinde ilerledi toplumlar, gelişti sorular sordukça, problemlerini çözdü. İkincisinde, sadece cevaplara itibar edilen dönemlerde karanlığa gömüldü. Sorunlarını büyüttü sadece. Acılar çekti.

Bilim gibi gazeteciliğin temelinde de sorular var. Şu meşhur 5N1K. Ne, Nerede, Ne zaman, Nasıl, Neden ve Kim.

Çok sevdiğim bir Çin atasözü var; “Soru soran birkaç dakika aptal olur, soru sormayan sonsuza kadar aptal kalır!” Aynı anlamda Batılı biz özdeyişe göre de; “Hayat sorularla doludur, aptallar cevaplarla.Voltaire de “Bir adamı sorularıyla değerlendirin, cevaplarıyla değil” demişti.

Bu en çok medya ve gazeteciler için geçerli. Bir bakın etrafınızdaki gazetelere, televizyonlara… Yeri yerinden oynatan, insanları intihara götüren, işyerlerini batıran, sınırlar ötesinde operasyonlar yaptıran konularda sorular sorabiliyorlar mı?

Oysa insanları, okuyucuyu, izleyiciyi asıl aydınlatan sorulardır, cevaplar değil. Velev ki cevabını bulamamış olun, yine de işe yarayacak olan şey sorulardır. Şimdi değilse bile yarın kapıları sadece onlar açar.

Biat edilen yerde sadece cevaplar olur, sorular asla. Orada soru tehlikelidir, cezalandırılır.

Soru sormak özgürlük işidir, cesaret işi. Ne kadar çok özgürlük, o kadar çok soru. Ve tersi; sorular sordukça özgürleşirsiniz. Sorular sordukça dertlere deva bulunur, ezberlenmiş cevapları tekrarladıkça değil.

Ne oldu, nasıl oldu, neden oldu?

Ah şu sorular, sorular, sorular… Sorulabildiğinde çok derde deva olurlar! Derler ki, iyi sorular insanı aydınlatır, büyük sorular dönüşümlere yol açar.