Tarihimizin kimi yılları “birikimli atılım” diyebileceğimiz yıllardır. Nesnel olarak değerlendirilirse 1930’lu yıllar böyledir. Hukuk devleti oluşturma süreci kurumlaşmaya ayrı bir önem verilerek sürdürülür. Ekonomide devletçi sanayileşme ile siyasal bağımsızlık ekonomik bağımsızlıkla taçlandırılır. Kadro Dergisi devrimin ideolojisini, kapitalizm, sosyalizm ve faşizm tartışmalarının serbestçe yapıldığı bir üst düzey düşünce düzleminde sergiler. Alman faşizminden kaçan bilim insanlarının özgürce çalışma olanağı bulduğu çağdaş üniversite oluşturulur; Atatürk’ün sözleriyle bilimi “Hayatta En hakiki Mürşit” sayan anlayış, yalnız eğitimde değil, tüm kamu yönetiminde egemen kılınır. Birçok Avrupa ülkesinden de önce olmak üzere kadına seçme ve seçilme hakkı tanınır.

O yıllarda başlayan soyadı kullanılması zorunluluğu da Cumhuriyet ile kazanılan çok önemli bir değerdir. 1934’te çıkarılan Soyadı Kanunu, isimlere getirilen eklere dayalı ayırımcılığı ortadan kaldıran eşitlik anlayışının uygulamaya konulmasıdır.

Cumhuriyetin kazanımlarını her olanağı kullanarak yok etmeye, özellikle de Atatürk adını, kurtarıcısı olduğu ülkenin her tarafından silmeye çalışan Siyasal İslamcılar aslında soyadı kullanımına da karşıdırlar; dikkat edilirse, bir liste yaptıklarında, kişileri soyadlarına göre değil, adlarına göre abecesel yazarlar.

Sarayın hizmetinde…

CHP İstanbul İl Başkanı C. Kaftancıoğlu’nun geçtiğimiz günlerde yaptığı bir konuşmada Mustafa Kemal Atatürk’ten yalnızca Gazi Mustafa Kemal diye söz etmesi ve bunun üzerine kendisine sorulan “tuzak bir soruya” yanıt verirken de tutumunda ısrar etmesi CHP’yi bir kez daha en olumsuz bir biçimde siyasetin gündemi yaptı.

Soyadı, yukarıda kısaca değinildiği gibi, Cumhuriyetin önemsenmesi gereken bir değeridir. Kaftancıoğlu’nun yaklaşımı, bu açıdan, eksiktir; elbette eleştirilebilir.

Geleneksel Atatürk düşmanlarının ve CHP karşıtlarının, özellikle de Saray medyasının, bu durumu Kaftancıoğlu’na ve CHP’ye saldırmak için yeni bir fırsat olarak görmeleri, düşünce özgürlüğünün yok edildiği bugünkü Türkiye ortamında, anlaşılır bir tutumdur.

Ancak CHP özelinde durum gerçekten çok kaygı vericidir. Çünkü CHP içinde kimi milletvekilleri ve bu arada başlattığı Memleket Hareketi’ni tutturmada hiç başarılı olmayan M. İnce de Kaftancıoğlu’na saldırıyı, sağın Atatürk düşmanlarına taş çıkartacak bir biçimde iş edinmiş bulunuyor.

CHP içinden Kaftancıoğlu’na saldıranlar şu “iki suçu” eşzamanlı işliyor.

Birincisi, Kaftancıoğlu’na saldıran CHP’liler, her şeyden önce, aradan bir yıla yakın bir süre geçmesine karşın İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimlerini kaybetmiş olmanın ağır bunalımı atlatamayan Saray’ın, insan öğütmede usta değirmenine su taşıyor; tek kişi rejimine hizmet suçunu işliyor.
CHP dönüştürülürken susmak?

CHP içinden Kaftancoğlu’na saldıranların ikinci, ancak hiç de ikincil sayılmaması gereken ağır suçu, partide Atatürk’ün kazandırdığı değerler aşındırılırken suskun kalmış olmalarıdır.

Önceki yönetimle başlayan ancak Kemal Kılıçdaroğlu yönetiminde en ileri noktalara taşınan bir uygulamayla, CHP, “sağcılaşma başkalaşımı” geçirdi.
“1930’ların CHP’si değiliz, laiklik tehlikede değil, vaizlerle bir araya gelmede geç kaldık” gibi demeçler partiye eksen kayması yaşatan Kılıçdaroğlu, ısrarlı bir tutumla merkez ve aşırı sağ siyasetin içinden devşirdiklerini; özellikle de Siyasal İslamcılığını kanıtlamış olanları yönetici ve aday yaptı. Buna koşut olarak da aynı Kılıçdaroğlu, CHP içindeki Cumhuriyetin değerlerini sahiplenmiş gerçek Atatürkçüleri, Sol Cumhuriyetçileri, ve yılların parti emekçilerini her türlü değer ve ahlak anlayışından yoksun bir biçimde partiden dışladı.

CHP’deki bu büyük dönüşüm karşısında hiç ses çıkarmayanlar, dahası kendilerini bir yerlere getirmesi için “Kılıçdaroğlu’na yalvar-yakar olanlar, şimdi, partiye zarar veren yıkıcı bir tutumla Kaftancıoğlu’na saldırıyor.

CHP’nin, siyasal ömrünü Atatürk sömürüsü ile yürüten ve parti içinde kavga çıkaran “zararlılardan” da arındırılması gerekiyor.