Hafta içinde 1930’lar ABD’sinde siyahlara yönelik linç olaylarıyla ilgili bir çizgi roman okuyordum: Incognegro. Saç ve ten rengi beyaz denecek kadar açık siyahların kendilerini beyaz gibi gösterip Ku Klux Klan üyelerinden kurtulduğu veya beyaz faşistlerin arasında dolaşarak casusluk yaptığı günlerin hikâyesini anlatan kitapta bu olayların gerçek kahramanı Walter White’tan da kısaca söz ediliyordu. Beyaz zannedilecek kadar açık tenli White, Mississippi’nin beyaz ölüm tarlalarında dolaşarak linççilerin isimlerini tespit etmiş, gazetelerde yayımlanmasını sağlamıştı.

White’ın bir resmini görmek için Google’a dalınca ilginç bir durumla karşılaştım: Görsel malzemelerin tamamı son zamanların kült dizilerinden Breaking Bad’in Walter White adlı baş karakterine aitti. İnternetin böyle yan etkileri var işte; bir an 1930’larda klancıların arasında dolaşarak hayatını tehlikeye atmış, siyahların oy ve eğitim hakkıyla ilgili çalışmalarda önemli rol oynamış Walter White diye bir adamın aslında hiç var olmadığını düşünürken buldum kendimi... En azından bir dizi kahramanı kadar gerçek değildi! Neyse, göbek adı olan Francis’i de yazınca, Afrika kökenli siyah bir ailenin ferdi olmasına rağmen soyadı White (Beyaz) olan Walter’ın fotoğraflarına ulaşabildim.

İsimler ve sözcüklerle ilişkimiz modernizmin zirve zamanlarındaki gibi değil artık; her şeyin idealar etrafında döndüğü bu yeni düzende sözcükler oyun kurmak için kullanılan birer piyona dönüştü. Incognegro’da da adından başlayarak böyle birçok oyun var: Kitabın ismi incognito (tanınmayan, farkedilmeyen) ve negro (siyah) sözcüklerinin birleşmesinden oluşuyor. Ya da mesela ‘Huey’. Öyküdeki linççi Ku Klux Klan liderinin adı Huey. Oysa bu hem beyazlar arasında –hele bir de ırkçılarsa!- yaygın bir isim değil, hem de Huey dendiğinde 20. yüzyıl tarihinde akla tek bir kişi gelir: Maocu siyahi örgüt Kara Panterler’in kurucusu Huey Newton... Bu ‘yazarın amacı’ndan bağımsız olarak siyahın beyaz, beyazın kahverengi, kahverenginin sarı olabildiği, yani ‘her şey’in ‘hiçbir şey’e –ve tersi- dönüşebildiği bir oyun düzeni artık...

Geçen haftalarda gösterime giren Big Hero 6/6 Süper Kahraman adlı animasyonda zengin ve kötülüğe meyilli karakterin ismi Alistair Krei’di mesela. Çok sık rastlanmayan bir isim olan Alistair’a Krei sözcüğünü ekleyip dramatik ‘kötülük potansiyeli’yle birlikte kullandığınızda öncelikle Satanizm’in kurucu babalarından sayılan ünlü okültist Aleister Crowley’yi akla getirecek bir sentaks kurmuş olursunuz. “Senaristler karakteri yaratırken yaptıkları bu seçimle bir şey anlatmak amacında olmayabilir” demeyin,  yeni oyun düzeninde işler hiç de öyle işlemiyor: (Dikkat, spoiler!) Filmin kötü adamı, izleyici beklentisinin tersine bu kötülüğe meyilli kapitalist değil, mütevazı ve babacan bir bilim insanı... İşte bu lunapark gerçekliği; herkesin aldatmacayı fark ettiği ama yine de onu gerçekliğin yerine koymayı tercih ettiği -korkacağını bile bile korku tüneline girdiği- tuhaf bir oyun düzeni: İyi ve kötü yok, doğru ve yanlış yok, zayıf ve güçlü yok.

Oyun düzeni Walter White dendiğinde dizi karakterini sunan google’la, çizgi romanlarla, filmlerle sınırlı kalmıyor, kalmayacak. Ama bu ABD’ye ya da genel olarak Batı kapitalizmine özgü bir durum değil; adı ak olan kirliler, adalet isimli adaletsizler vardır mutlaka sizin de bildiğiniz. Çünkü oyun düzeni böyle işliyor. Bu durumda, ya kurallara boyun eğip oyuna katılacaksınız, ya da isim ve sözcükleri yerli yerine koyup gerekirse haykırarak siyaha siyah beyaza beyaz diyecek, oyunu bozmak için uğraşacaksınız.