Korkularımdan biri “Balıklar da acı çekiyor mu?” akıl almaz sorusunu sorarak kendisine bahane üretmeye devam edecek olan insanlar.

Sürdürülebilir cehalet

Uzun zamandır izlediğim en dehşet verici belgesel Denizlerdeki Komplo (Seaspiracy) Netflix’te yayında. Okyanus, deniz, balıklar umurunuzdaysa mutlaka şimdi hemen izleyin. Düşünme, bilgiye ihtiyaç duyar ve düşünme sürecindeki kişi pek çok şeyden beslenir. Sürdürdüğünüz hayatınızla ve kararlarınızla ilgili düşünme yolculuğunuza çıkarken bu belgesel besinlerden biri olacak. Ama eğer bu belgeseli izleyip yaşam şeklinizi hiç değiştirmeden hayatınıza devam ediyorsanız, gerçekleri reddetmenizi sağlayan, inkâr savunma mekanizmanızı kontrol ettirmelisiniz.

OSCAR’LARDA GÖREMEZSİNİZ

Çekilmesi cesaret, fedakârlık ve mücadele gerektiren belgeselleri seviyorum. Filmin yönetmeni Ali Tabrizi bence bir kahraman. Onu bu zorlu yolda yalnız bırakmayan diğer bir kahraman ise belgeselin yapımcısı olan, Cowspiracy ve What the Health belgeselleri ile insanların gözlerini açan, hayvancılık endüstrisinin gerçek yüzünü ortaya çıkaran, B12 efsanesini yıkan, cesur insan Kip Andersen. Belgeseli izlemeden önce, balıkçılığın arkasında milyar dolarlık korkunç bir endüstri olduğunu biliyordum ama bu kadarını asla düşünmezdim. Filmin hikâyesinin konusu o kadar başarılı bir hizayla ardı ardına oluşturulmuş ki, bir belgesel değil de gerilim türünde bir film izliyormuşum gibi heyecan, ilgi ve şaşkınlıkla izledim bu filmi. Her yeni düğümde Ali Tabrizi ile yeni bir düğüme birlikte takıldım adeta. Ve düğümler küçükten başlayıp o kadar büyüdü ki her yeni 15 dakikada ağzım daha da açık kaldı, isyanım katlandı. Belgeselin son çeyreğinde ise hikâyenin dinginleşerek seyircisini vardırdığı sakin kıyıda, bizleri bekleyen çözüm hem ümit verdi hem de ümitsizlik. Her şey bu kadar apaçık kirliliği ile gözlerimiz önündeyken, çözüm tek iken milyarlarca insanın bu gerçeklere gene sırtını döneceğinden korktum.

surdurulebilir-cehalet-860168-1.

DENİZLERDEKİ ACI VE KAN

Korkularımdan biri “Balıklar da acı çekiyor mu?” akıl almaz sorusunu sorarak kendisine bahane üretmeye devam edecek olan insanlar oldu. Avrupa Birliği bünyesindeki bilimsel kurul (efsa/European Food Safety) balıkların acı ve korku hissettiği sonucuna çoktan vardı. Demokratik şekilde karar alabildikleri dahi kanıtlanmış, sinir sistemleri olan, bütün omurgalıların özelliklerine sahip, hissetme becerileri bizim hayal gücümüzün bile ötesindeki deniz canlılarının elbette ki acı çektiğini, korku hissettiğini, sağduyu ile düşünen biri bu soruyu dahi sormadan doğru cevabı bulacaktır.

Bir diğer korkum ise, okyanus ve denizdeki canlılara barbarca davranmanın açıklamasını yapabilmek için bahaneler üretmekten vazgeçmeyecek olanların Omega-3 yalanını bahane edecek olması. B-12’nin sadece hayvan yenerek alınabileceği yalanı nasıl hayvancılık endüstrisi tarafından hükümet ve özel sektör teşvikleriyle sürdürülüyorsa balıkçılık endüstrisi de Omega-3 yağ asit efsanesini aynı şekilde sürdürecektir. Ama bu da koca bir yalan. Balıklar aslında Omega-3 yağ asitleri üretmiyorlar, onlar sadece bu yağ asitlerini üreten alg hücrelerini yutuyorlar. Yani Omega-3’ler için balığı öldürüp, ezip yağını sıkmak yerine doğrudan algleri alabiliriz.

SÜRDÜRÜLEBİLİR BALIKÇILIK

Belgeselde okyanuslarımızla ilgili konu edilen ve izleyeni şoke ederek “Neden bunları duymuyoruz?” dedirtecek çok şey var. Mesela aşırı avlanma yüzünden tehlikede olan, milyarlarca dolarlık ton balık endüstrisinin yüzde 40’ını elinde tutan Mitsubishi isimli korkunç şirket. Bunlara suç dünyası ile bağlantılı olan milyarlarca dolarlık köpek balığı yüzgeci endüstrisini de ekleyebiliriz. 1986’da yasaklanmış olmasına rağmen kimseye kulak asmadan, devlet dokunulmazlığıyla korunarak ticari balina avcılığını sürdüren Japonya’yı da unutmamak gerekir.

Sadece iki gerçeği usulca şuraya bırakmak istiyorum ki ‘sürdürülebilir balıkçılığın’ aslında sürdürülebilir cehalet olduğunu gösterebileyim.

1- Dünyadaki büyük balıkların yok olmasının yüzde 90 sebebi balıkçılık.
2- Trol balık avcılığı sebebiyle 3.9 milyar dönüm (acres) deniz tabanı ormansızlaşmakta.

Unutmayalım ki deniz canlıları ölürse okyanus ölür, okyanus ölürse biz ölürüz. Devletler henüz harekete geçmiyor, endüstrinin kontrol edilmesi ise imkânsız ve tehlikeli ama bizim yapabileceğimiz bir şey var, o da tek çözüm ve aslında en basit olanı; hiçbir canlıyı yememek. Bugün bu yazıyı okuduktan sonra gezegen için, çocuklarınızın geleceği için, kendiniz için yapabileceğiniz en önemli şey bu belgeseli izlemek, sağduyuyla düşünmek, paylaşmak ve eyleme geçmek.