Haziran Hareketi pazar günü Ankara’da gerçekleştirdiği toplantıyla 24 Haziran kampanyası çerçevesinde izleyeceği yol haritasını açıkladı. Kampanyayı daha önceki Hayır’ın devamı olarak kurgulayan Hazirancılar, 24 Haziran’a kadarki süreci ve sonrasını takvimleştirilmiş bir eylemlilik içinde götüreceklerini vurguladılar.

Kampanyanın belkemiği belli: Var olan bütün olanakları ve gücü seferber ederek tek adam rejimine Hayır demek!
Çok daha uzun erimli hedefler olsa ve “imkânsız istense” de, bir yandan her aşamada Haziran’ın kuruluş ilkelerinden olan paylaşımcı, dayanışmacı ve toplumcu bir hayatı, laik ve demokratik bir toplumda özgürce bir arada yaşama talebi yükseltilirken; somut olarak da seçimlere katılımı artırmak için çabalamak; bunun için mahalle mahalle, sokak sokak, ev ev çalışmak; sandıkları ve oyları koruyarak halkın iradesine sahip çıkmak hedefleniyor.

Belkemiği bu olan kampanyanın bu hafta başlayan ilk adımı “Tamam, kapatıyoruz!”

Neyi kapatıyoruz?

Neredeyse tümüyle satın alınmış televizyonları ve gazeteleri… Halkın ve muhalefetin sesini tümüyle kısan, onları görünmez kılan medyayı protesto ile başlıyor Haziran’ın kampanyası.

Havuz medyasında yıkananların sizin protestonuzu duymayacaklarını, sizin protestonuzu duyanların zaten havuz medyasında yıkanmadıklarını ileri sürerek, bu türden bir eylemin sonuç vermeyeceğini düşünüyorsanız, biraz durun.
Haziran’ın kampanyası yalnızca “kapatma” önerisinden ibaret değil. Havuz medyasını kapatırken, açılması gereken iletişim kanallarını da işaret ediyor.

Haziran, kampanyanın ilk ayağında, önümüzdeki bir hafta boyunca, parklarda, mahalle meclislerinde “Söz halkın” diyecek ve sesine yer verilmeyenlerin birbirleriyle konuşma kanallarını yaratıp güçlendirmeye çalışacak. Ev ev dolaşıp neyi neden kapattıklarını, yerine ne türden bir iletişim kanalı açmaya çalıştıklarını anlatarak, havuz medyasının karşısına tarihin en güçlü iletişim biçimi olan yüz yüze iletişimi koymaya çalışacaklar.

Böyle bir kampanya, havuz medyasının, hep aynı sesin çıktığı televizyonlarla hep aynı manşetleri atan gazetelerin ne denli yaygın bir öfkeye yol açtığının görülmesini de sağlayacak.

Düşünün, zaten elini kolunu dilini bağladığınız ve dört duvar arasına kapattığınız bir cumhurbaşkanı adayına, Selahattin Demirtaş’a, annesinin mesajı var diye Cumhuriyet gazetesinin ekinin verilmediği bir siyasal iklim var. Ve hemen tüm iletişim kanalları epey uzun zamandır bu iklimde yayın yapıyor.

Çarkını hepimizin paralarıyla döndüren ve kamu yayıncılığı yapması anayasal bir zorunluluk olan TRT, 2015 yılında AKP’ye 3 muhalefet partisine ayırdığı zamanın 4 katını ayırmıştı.

1 Mart-20 Mart 2017 arasını değerlendiren bir araştırma, aynı TRT’nin cumhurbaşkanı Erdoğan’a 1249 dakika, AKP’ye 2522 dakika, CHP’ye 194 dakika, MHP’ye 40, HDP’ye 0 dakika ayırdığını ortaya koymuştu.

Aynı dönem içerisinde ulusal yayın yapan 17 televizyon kanalı değerlendirmeye alındığında manzara çok daha ağırlaşıyordu. Referandumda Evet’e 485 saat, Hayır’a ise 45.5 saat ayrılmış, Evet televizyonlarda Hayır’ın 10 katı yer bulmuştu.

Şimdi, 24 Haziran’a giderken manzara çok daha ağır!
Ancak, iktidarın bunu kazanma garantisi olarak görmesi kendi tarihine ters. 2002’de iktidar olana kadar ana akım medyanın Erdoğan’a yaptığı muamele şimdi muhalefete yapılanın bir benzeriydi.

Her gün televizyonlardan ekonominin kanatlanıp uçtuğunu dinleyen milyonlar, medyanın anlattığı hikâye ile kendi yaşamları arasındaki uyumsuzluğu gördükçe medyaya karşı pasif/aktif tepkiler geliştiriyorlar. Desteksiz atışta doz kaçınca medya etkisi de tersine dönmeye başlıyor.

Tam da böyle bir noktada “Tamam, kapatıyoruz” kampanyası, geniş toplum kesimlerinin hislerine tercüman olacak ve eğer bu protesto yerelde yüz yüze iletişim kanallarının kurulup geliştirilmesiyle pekiştirilebilirse çok daha etkili ve uzun erimli sonuçlara yol açacaktır.

Unutmayalım ki, AKP ve Erdoğan’ın iktidar oluşu da medyanın onları yok saydığı günlerde olmuştu!