Geçen hafta, son yılların en berbat filmini izledim. Anastasia: Once Upon a Time (Anastasia: Evvel Zaman İçinde) adlı film, isminden de anlaşılabileceği gibi, tarihteki en ünlü Anastasia’nın -son Rus Çarı Nikola’nın kızı- hikâyesini anlatıyor.

1917 Ekim Devrimi’nden sonra Yekaterinburg’daki bir köşkte tutulan Romanov Ailesi, Beyaz Ordu’nun kente yaklaşması üzerine 17 Temmuz 1918’de öldürülmüştü. Sonradan cesetler teşhis edilirken ailenin en küçük üyeleri Anastasia ve Alexei bulunamayınca bu konuda pek çok şehir efsanesi üretilmiş, birkaç Anastasia ortaya çıkmış ve sinema başta olmak üzere kapitalist kitle kültürü endüstrisi bunlarla ilgili epey öykü uydurmuştu.

2007’de Yekaterinburg’daki mezarlarda Anastasia ve Alexei de bulundu. Ama 1917 Ekim Devrimi’nin ne kadar korkunç olduğunu göstermeye and içmiş kültür endüstrisi, bu konuda çalışmalarına devam ediyor.

Bu son film, 1917’nin Ekim ayında bir gece Kremlin’de düzenlenen bir baloda başlıyor. Filmdeki Çar Nikola, Disney yapımlarındaki prensleri andıran yakışıklı bir gençtir. Rasputin ise tuhaf ritüellerle kafayı bozmuş bir deli değil, halk için çalışan iyi bir danışmandır.

Bu filmdeki Çar halkın iyiliğinden başka bir şey düşünmez. Örneğin bir sahnede Rasputin’i Çar Nikola ile konuşurken görürüz: “Bu arada, majesteleri, halkımızın kaynaklarını nasıl artırabileceğimiz üzerine çalışırken ticaret yollarını araştırdım.” Çar gülümser: “Ah Rasputin, hep çalışıyorsun ha?!” Utangaç bir edayla gülen Rasputin, Nikola’yı bir konuda uyarır: “Bana verdiğiniz ‘Rusya’nın Koruyucusu’ ünvanına dayanarak, bu gece Lenin’i eğlendirmenizi tavsiye ederim.” Çarın bakışları sertleşir: “Lenin oportünist ve güvenilmez biri. Hedeflerine ulaşmak için akıl almaz şeyler yapar. Bu sarayda bu gece ya da başka bir zaman kabul edilmeyeceğini çoktan bildirdim kendisine.”

Bir sonraki sahnede Lenin’i görürüz. Çar karakterine verilen beyaz atlı prens görünümünün aksine bildiğimiz Lenin gibi görünen Lenin, karanlıkta bir cadıyla konuşmaktadır -gerçek bir cadıyı kastediyorum, eliyle tuhaf ışık oyunları yapan bir büyücü kadın. Lenin’in devrim yapma konusunda epey kararsız olduğunun anlaşıldığı bu sahnede cadı onu ikna eder: “Ya Romanov Ailesi ya da Rusya!”

Bu sahneler sayesinde, Rusya’da bir devrimin aslında ne kadar gereksiz olduğunu görmüş oluruz. Çar halkı için yaşayan bir kahraman, Lenin ise bir cadının etkisiyle çar olmak isteyen bir güç delisidir.

Sonraki sahnede ilginç bir devrim planına tanık oluruz: Lenin loş bir odada oturan bir grup genç adamı ikna etmeye çalışmaktadır. O sırada Lenin’in saraya girmesinin yasaklandığını bildiren Çar imzalı mektup gelir. Bunun üzerine herkes ayağa kalkıp kadeh tokuşturarak devrim kararını onaylar.
Böylece o gece, bir cadı ve bir mektup sayesinde devrim başlar. Saraydaki baloyu basan Lenin tam Çar ve ailesine ateş ederken, Rasputin’in açtığı bir zaman portalı sayesinde Anastasia ortadan kaybolur.

Anastasia kendini 1989 yılında, Madison adlı bir Amerikan kasabasında bulur. Sonra Anastasia’nın bir kızla arkadaş olması, Amerikan kültürünün -alışveriş merkezi, pop müzik, kola vs.- ne kadar güzel ve keyifli olduğunu anlaması gibi bir dizi olay izleriz.

Tarihin algılanış biçiminin ne yazık ki bu tür çarpıtmalara epey müsait olduğu bir dönemdeyiz. Anti-tarihselci postmodern akıl, hiçbir gerçeklik ve doğruluk ölçütünü umursamadan her türlü tarihsel kişi ve olayı kendine malzeme yapabiliyor. Anastasia bu durumun çok çarpık ve çirkef bir örneği.

Tabii Türkiye’de yaşıyorsanız dönemin kültürel ürünlerini görmek için ille de Anastasia’yı izlemeniz gerekmiyor; bunun için Kayı Boyu ya da Selçuklu beylerinin mafya dizisi karakterleri gibi atarlı-giderli konuşup âleme posta koyduğu hamasi dizilerle dolu televizyon ekranlarına bakmak yeterli olacaktır.