Türkiye’de siyasi ve ekonomik gündem takip edildiğinde bunca kaosun içinde bir sistematik beliriyor. Neredeyse her saniye değişen gündemi genelleştirerek iki kategoride sınıflandırmak mümkün: Tehdit ve inşa.

Saray merkezli alınan kararlar, gözaltılar, tutuklamalar, uzaktan kumanda mekanizmalı yargı kanallı taarruzlar, iş cinayetleri, kadın cinayetleri, yaygınlaşan çocuk istismarı, IŞİD bombacıları, yayın yasakları… Ve daha niceleriyle uzatabileceğimiz bu liste özet olarak korku, baskı ve yıldırma üzerine sistematikleşmiş bir politikayı önümüze koyuyor.
Hedef belirleniyor, gerektiğinde yasal mevzuat kılıfına uydurularak gözaltı, tutuklama süreçleri işletiliyor, gerektiğinde de temel hak ve özgürlükler askıya alınıyor, hukuk yok sayılıyor, yapılan hukuksuzluğa bir kılıf bile çoğu zaman bulunamıyor. Bunu yaparken toplumsal kültürün bir değeri haline gelmiş bireyler toplum önünde nefret ve aşağılayıcı sözlerle itibarsılaştırılmaya, etkisizleştirilmeye ve yalnızlaştırılmaya çabalanıyor. Kelepçe takılarak götürülen gazeteciler, aydınlar, ‘aydın müsveddeleri’ ilan edilen akademisyenler, bilim insanları, ‘terörist sanat ve spor camiası’, ‘kanı bozuk’ diye hedef gösterilen siyasetçiler, kendini tek muktedir ilan eden Saray’a karşı ne zaman etkili bir direniş olsa, bu iradenin havale edildiği dış güçlerin ‘tahrik ettiği’ lise- üniversite gençliği, ‘ekonomiye düşman işçiler’, doğa düşmanı rant projelerine engel olan ‘paralelci’ meslek örgütleri…

Toplumda Saray diktasına, adaletsizliğe, gericiliğe, sömürüye, baskı ve zulme karşı kim yüksek sesle konuştuysa, cesur durarak meydan okuduysa, hangi noktalardan bir direniş evriliyorsa, aynı taktik, aynı strateji. Susturmaya, bir araya gelen kim varsa parçalamaya, sevgi hoşgörü çoğalıyorsa nefretle bastırmaya, ilerici unsurları yok etmeye ve bu unsurları taşıyanları silikleştirmeye yönelik bir saldırı.



Bunu başarabildiği ölçüde kendi rejimini inşa ediyor. Bugün artık daha çok gazete, Saray’ın istediklerini yayımlıyor, tartışma programları Saray politikalarına methiyeler düzüyor, AKP’nin en başından beri tasarladığı yaşam biçimine uygun filmler, diziler gösteriliyor. Haber alma özgürlüğü yok edilirken, bir yandan da halkın fikri paylaşım zeminleri kirli suların altına gömülmüş oluyor. Gerektiğinde twitter üzerinden Saray’ın canını sıkanları tehdit edebilecek kadar cesaretlendirilmiş birtakım insanlar yeni “sanatçı”, yeni “gazeteci”, hatta yeni “akademisyen” kimlikleriyle topluma tanıtılıyor ve gündelik yaşama dayatılıyor.

Ekonomik yönden düşük ücret, güvencesizlik ve borç batağı üçgeniyle kıskaca alınan işçiler ve emekçiler bu baskıyı siyasal tehdide dönüştüren yasal düzenlemelerle 21. yy’nin sömürüye en açık çalışma koşullarına tabi tutuluyor. Her yıl binlerce işçinin yaşamını kaybetmesiyle sonuçlanan bu sömürü ve sınıfsal baskı kıskacı, kiralık işçi, esnek çalışma, taşeronluğun yaygınlaştırılması gibi içeriklerle düzenlenen yasal düzenlemeler sayesinde işsizlik tehdidiyle tüm çalışanları baskı altında tutuyor. Bu baskı sürdükçe kötünün de kötüsü bir düzenleme hayata geçiriliyor. Ve işin kötüsü artık üretici olduğumuz nitelikli işler yerine, geliri iktidar ve çevresinde paylaşılan, kendi doğamızı, mahallemizi, parkımızı yok edecek işlerde çalışmaya zorlanıyoruz.

Eğitimden başladılar, en temelden ve toplumsal yaşamın her alanında sürekli güncelliyorlar; özellikle kadınlar üzerinden inşa edilen gericilik daha anaokullarında geleceğimize ipotek koyarken, bugün sokaklarda şiddeti, ölümü çoğaltıyor. Kadına karşı her türlü şiddeti ‘mazur gören’ Saray adaleti, hâlbuki temel gerici politikalarını aile-annelik- doğurganlığı merkezine alarak kadınlar üzerinden kendini var etmesini ne de güzel biliyor.

AKP’nin ve Saray merkezli politikalarının bugüne dek yaşamlarımıza ve geleceğimize verdiği hasar raporunu çıkarsak, kalın ciltli bir kitap olurdu elbet ki burada özetini yapmaya bile yer olarak imkân bulamıyoruz. Bu karanlığın içindeki her parıltıyı, parlamayı küle dönüştürmeyi kafasına koymuş bir iktidar anlayışından bahsediyoruz, kolay değil.
Fakat güçlendikleri yer nitekim ortada, korkutabildiği ölçüde, tehdit edebildiği ölçüde hayatta kalabiliyor. Tasarladığı yaşamı umutsuzluk ve çaresizlikler üzerinden inşa edebiliyor, birleşemediğimiz her noktada bu yaşamı dayatabiliyor.
Hayata soldan bakanlar iyinin, güzelin, mutluluğun kötülük yok edilmeden kurulmayacağını çok iyi bilirler. Ne var ki karşıdakiler bunu bilmiyor; tehditle zulümle tüm güzellikleri yok edebildiklerini düşünüyorlar. Onların en büyük yanılgıları, bizim en büyük gücümüz de buradan geliyor zaten.