Tek başına düello?

Ekim 2020 filmlerinden Alone/Tek Başına, açılış sahnesinden sonuna kadar Steven Spielberg’ün korkutucu yol filmi Duel/Bela’yı (1971) anımsatıyor. Spielberg’ün ilk filmi olan Bela’da, kimliği belirsiz bir kamyon şoförünün kocaman tırıyla eyaletler arası karayolunda bir otomobili sürekli takip edip sürücüsünü öldürmeye çalışmasını izleriz.

Gerilim dozu son derece yüksek filmde otomobilin sürücüsü David Mann adlı bir pazarlamacıdır. Hikâye boyunca David’in soyadındaki vurgunun tersine ‘zayıf bir erkek’ olduğu gösterilir. Mesela bir benzinlikten evi telefonla arayan David, karısından azar işitir. Tam bu sırada yanından geçen bir kadın yüzünden ayağını koyduğu yerden indirmek zorunda kalır. Arabasının rengiyle karısının kıyafetinin rengi aynıdır; film boyunca David’in bu kadın/arabayı bir türlü doğru düzgün kullanamayışını, ona istediği gibi söz geçiremeyişini, daha büyük bir fallik obje olan tır tarafından sürekli tehdit edilişini izleriz.

Türkiye’de Bela adıyla gösterilen filmin orijinal adı olan Duel (düello), eşitler arası bir kapışmaya işaret eder. Bu işaretin sonucunu finalde görürüz: O ana kadar hep kaçan David Mann, hayatta kalmak istiyorsa ‘gerçek bir erkek’ olması gerektiğini anlar.

Alone/Tek Başına, ana karakteri bir kadın olmasına rağmen bu erkek-egemen söylemi yeniden üreten yapısıyla Duel’e çok benziyor. Ölmüş kocasının yasını tutan Jessica, yeni bir hayata başlamak için başka bir kente taşınacaktır. Arabanın arkasına taktığı römorku eşyalarıyla doldurup yola çıkan genç kadın yolculuk sırasında bir erkeğin saldırısına uğrar. Siyah jipiyle kadını önce trafikte taciz eden adam, çeşitli tuzaklar kurarak Jessica’nın kaza geçirmesine neden olur ve onu ormanda bir kulübenin mahzenine hapseder. Jessica kulübeden kaçmayı başarır ama bu sefer ormanda kovalamaca başlar.

Tüm bu olaylar sırasında Jessica’nın kentten ayrılırken anne ve babasını aramadığını, çünkü onların bu ayrılışa karşı olduğunu öğreniriz. Daha da kötüsü, Jessica’nın kocası, seyirciye bildirilmeyen bir nedenle intihar etmiştir. Yani karşımızda ebeveynine karşı çıkıp ‘baba evi’/’ana kucağı’nı terk eden, ‘kocasını idare edememiş’, ‘tek başına’ bir kadın vardır. Senaryonun nedensellik bağlantıları, karakterin film boyunca yaşadığı korkunç olayların sebebi olarak bu isyankârlığı gösterir: Jessica kocasına iyi bir eş olup ölümünü engellese, ya da anne-babasını dinleyip onların yanında kalsa bunların hiçbiri başına gelmeyecekti!

Bu hikâyenin yol ve arabalarla anlatılmasının kültürel arka planı da fazlasıyla dolu tabii: Arabaların, hem fallik fiziksel yapılarıyla belirlenen eril cinsiyetçi bir anlamı, hem de içine girilebilen yapısıyla dişil bir algılanış biçimi var. İlki kendini araba sayesinde edinilen sembolik güçte -statü ve cinsel iktidar- gösteriyor. İkincisi biraz daha karmaşık gibi, ama İngilizcede arabaların ‘she’ zamiriyle dişil biçimde anılması ve gündelik trafik cinsiyetçiliği başta olmak üzere pek çok unsurla bu olgu belirginleşiyor: Arabayı (she) bir kadın (she) kullanamaz; arabanın (she) bir erkeğe (he) ihtiyacı vardır.

Sonuç olarak, bu hayat yolunda tutunmak istiyorsanız ya ‘erkek gibi erkek’ olacaksınız ya da toplumun size biçtiği kimliğe uyan, ‘tek başına’ olmayan bir kadın...

Joseph Campbell Tanrıçalar ve Tanrıça’nın Dönüşümü adlı kitabında, bazı ilkel toplumların mitolojisinde kadınların gücünden korkan erkeklerin giriştiği katliamlarla ilgili hikâyeler olduğunu dile getirir: “Başlangıçta bütün büyü gücü kadına aitti. Daha sonra erkekler bütün kadınları öldürerek geriye sadece annelerinin bildiklerini henüz öğrenmemiş genç kızları bıraktılar, böylece bilgiyi ellerine geçirdiler. Gerçekten de, Fransa’nın güneyinde (Laussel’de) Paleolitik Çağ’a ait büyük barınaklardan birinde yerde kırılmış halde birkaç kadın heykelciği bulundu. Bu da akıllara bir zamanlar bile bile kırılmış olabileceklerini getiriyor.” (Çev: Nur Küçük, İthaki, 2020, s. 19)

İlkel toplumlarda ve 1971in dünyasında olduğu gibi 2020de de katliam sürüyor; hem gerçek hayatta, hem kitle kültürü ürünlerinde...