Hapishane kıyafetleri, son iki yüzyıldır büyük tartışma konusu olup, aslında “soyundurma (stripping)” sürecinin bir parçasıdır. Tutukluları, özel yaşamlarından, bireysellikten, mahremiyetten, özel alışkanlıklarından, ilişkilerinden ve arkadaşlıklarından ayıran hapishaneler, “Tek tip kıyafet” ile bir de başta siyasi ve diğer kimliklerinden ve öz saygı duygusundan da soyundurmayı hedeflemektedir. Tutukluyu “normal” toplumdan izole etmek, “gülünç” duruma düşürmek, aşağılamak ve içi boş bir şeye çevirmek: İşte biricik amaç.

696 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 101 ve 103. maddeleriyle, neredeyse 30 yıl sonra, “tek tip kıyafet” siyasi tutuklular için bir kere daha zorunlu hale getirildi. Tarih yine döndü. Burada en önemli şey bu uygulamanın “ayrımcı” niteliği, zira halk dilinde “adi suçlu” diye bilinen mesela hırsızlık, gasp, cinayet, çocuk tecavüzücüsüne herhangi bir zorunlu kıyafet yok, onlar kendi giysisini giyebilecek. Hep olduğu gibi düşünceleri nedeniyle içeride olanlar, “terör suçu” nedeniyle tutuklananlar namlunun ucunda.

Aslında hapishanelerdeki siyasi tutuklular, uzun zamandır mesela takım elbise giyemiyor, kıravat bile takamıyordu. Adalet Bakanlığı yayınladığı -hepsi keyfi- genelgelerle veya yasadışı sözlü talimatlarla kıyafet sınırlamasını çoktan başlatmıştı -mesela bu tablonun bir sonucu olarak hâlâ yüzlerce “tutuklu” hücrelerde “tek başına” yaşamaya dervam ediyor-. Daha çok “FETÖ zanlıları”na uygulanan bu pratik, toplumda nedense pek yankı yaratmıyordu.

Artık tutuklular “hapishane dışına çıkarıldığında” hapishanenin vereceği kıyafeti giymek zorunda kalacaklar. Anayasa’yı İhlal, Hükümeti, TBMM’yi ortadan kaldırma zanlıları (Anayasal düzeni değiştirmeye çalışmakla suçlananlar veya 15 Temmuz darbe eylemlerinden yargılananlar) badem kurusu, diğer siyasi tutuklular ise gri renginde göğüs ve pantolon bölümü bitişik (tulum) kıyafetler giyecekler (m. 103). Mesela slogan attığı için “terör propagandasından” tutuklanan bir genç, artık gri tulum içinde mahkemeye çıkarılacak (renk seçimi, tutukluya dönük apaçık bir küçük düşürücülüğü ve aşağılamayı şimdiden haber veriyor). Kadınlar için tulum mecburiyeti yok ama bu kadına saygıdan değil, sözde “dini” bazı saiklerden olmalı.

Sadece, aslında bir gösteri alanı olan mahkemeye çıkarken de değil, örneğin diş tedavisi için hapishane kliniğine gittiğinde de tutuklu bu elbiseleri giymek zorunda. Hapishane içindeki bir yer değiştirmede (hücre, koğuş değişikliği, telekonferans -SEGBİS- ile mahkemeye çıkmak vb.) ise tutuklu kendi kıyafetini giyebilecek. SEGBİS aracılığıyla ifade verenlere tek tip giysi zorunluluğu olmaması, mahkemeye çıkmamayı teşvik amaçlı olabilir. Zira, 15 Temmuz’dan beri yargılamaların dörtte birinden yarısına kadarı, “SEGBİS Mahkemesi” kanalıyla olmaktadır. Oysa bu durum “Yüz-yüzelik İlkesi”ne ve “Savunma Hakkı”na bariz şekilde aykırıdır. Böylece fiili durum, KHK sonrasında “hukuki” hale getirilecek.

KHK ile bir ay içinde zorunlu kıyafet uygulamasına geçileceği ilan edildi. Sadece 2017 yılında FETÖ operasyonlarında 50 bin kişinin tutuklandığı düşünüldüğünde, hapishanelerde yatan 50 ila 100 bin arası olan tutukluya (tam sayıları bilinmiyor) zorunlu kıyafet giydirilmeye çalışılacağı ortaya çıkıyor. Tek Tip Kıyafet’i giymeyi reddedene ceza da unutulmamış: 3 aya kadar yakınlarıyla görüşemeyecek (m. 101).

Danıştay’ın 1989’da Tek Tip Kıyafet zorunluluğuna son veren kararı hâlâ duruyor. 1955 tarihli Birleşmiş Milletler Tutuklulara Dönük Asgari Standart Kurallar da biliniyor. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (AİHM) de konuya, “İşkence ve kötü muamele yasağı/insancıl muamele görme hakkı”nın ihlali (AİHS m.3) ve “adil yargılanma hakkı/suzçsuzluk karinesi” (AİHS m. 6/2) bağlamında yaklaşıyor. Mahkeme bu yönde, 2010 tarihli “Jiga-Romanya kararı” (başvuru no. 14352/04) 2013 tarihli “Hadade-Romanya kararı” (başvuru no. 11871/05) kararlarını vermiştir. AİHM, hükümlüler ile aynı kıyafeti giyerek duruşmaya katılmaya zorlanan tutuklunun “dürüst yargılanma hakkı”nın ihlal edebileceğine ve belirli koşulları sağlamayan tek tip kıyafetin “aşağılayıcı muamele teşkil edebileceğine” hükmetmiştir. AİHM, bu kararlarında, belli kıyafetler içinde duruşmaya çıkmak zorunda kalan ve hakkında henüz karar verilmemiş olan kişilerin (tutukluların), yargılanma sırasında, kamuoyu nezdinde “suçlu” görünebileceğini, dolayısıyla “suçsuzluk/masumiyet karinesi”nin ihlal edilebileceğine, öte yandan somut olayın özelliklerine göre bu kıyafetin “tutukluyu aşağılanmış gösterebileceği”ne (hem kamuoyu, hem de tutuklunun kendi gözünde) dikkat çekmiştir.


Süreklileşmiş Olağanüstü Hal (OHAL) koşullarında, TBMM denetimi taşımayan, kin ve intikam amaçlı olduğu apaçık KHK’ler yoluyla, henüz yargılaması dahi başlamamış tutuklulara “tek tip kıyafet” zorunluluğu getirmek, devletin en tepesinden “Guanatanamo modelini örnek aldık” açıklamaları yapmak, “insan haklarına saygı”, “kötü muamele yasağı” ve “adil yargılanma hakkı”na kesin olarak aykırı olacaktır.