Hepimizin teknoloji ile iç içe olduğunun altını çizen Christopher Freeman ve Luc Soete 90’lı yılların sonunda teknolojiden kaçamayacağımızı şu kelimelerle ifade etmişti: “Ne kadar istersek isteyelim, teknolojinin günlük hayatımız üzerindeki etkisinden, önümüze koyduğu ahlâkî, toplumsal ve ekonomik ikilemlerden kaçamayız. Onu lânetleyebilir ya da kutsayabiliriz; ama yok sayamayız.”

Biz ne kadar tartışırsak tartışalım, ortada bir fikir ve dijitalleşmeye doğru da bir trend olduğu açık. Bu sorulara verilecek yanıt gelecekte sistemin ana aklının verdiği yanıtlarla aynı olur ya da olmaz bunun üzerine tartışmalı, bu eğilimin insanlığın- tüm çevresiyle birlikte- ortak menfaatine olması için uğraş da verilmelidir. Günümüzden bahsedeceksek de tam karşımızda yeni yaratılmış bir küresel dalgayı, bir teknoloji dalgasını görmek ve küresel alanda kartların yeniden karıldığını anlamak önemli.

Şöyle düşünebiliriz, ortada dümeninden şaşmış bir gemi var. Bir o yana bir bu yana savruluyor, tam karaya oturacak sanıyorsunuz, üzerindeki yükleri atarak karadan uzağa açılmayı başarıyor. Fakat savrulması devam ediyor. İşte şimdi buradaki kritik durum dümenin başına kimin geçeceği, rotanın hangi yöne oturtulacağı…

Almanya 2011’de bir yön ortaya attı. Dedi ki, “Dijitalleşelim, üretim süreçlerine tam otomasyon getirelim, hızlı bir üretim ve aynı hızda piyasaya ürünler sürelim.” Almanya’ya göre bu rotada küçük-büyük şirket ayrımı ortadan kalkacak, üretim hem kitlesel olacak hem de kişiye göre farklılaştırılmış ürünler sunacak.

Dijitalleşme çağında üretimin de dijitalleşmesi fikri elbette tüm ülkelerde coşkuyla karşılandı. Fakat Endüstri 4.0 ismiyle anılan bu dijitalleşme akımının en fazla coşku yaratan vaadi elbette işgücüne yönelik olanıydı. Dikkat edin işgücü için olanı değil, ona yönelik olanı. Bugüne kadar işgücü, şirketlerin en yüklü maliyet kalemlerinden biriydi ve bu akım sayesinde bu maliyeti ortadan kaldırmak, işçiyi fabrika dışına taşımak mümkün olacaktı. Endüsti 4.0 mimarları ve savunucularına göre, zaten üretim bantları insani değildi, bir işçinin sürekli aynı işi yapıyor oluşu bir kere insanın doğasına tersti. Şimdi Endüstri 4.0 ile tüm insanlar için aslında boş vakit üretilmekteydi ve yakın bir gelecekte insanlar çoğu vakitlerini işte değil, ‘deniz kenarlarında keman çalarak geçireceklerdi’. Bunun mümkün olup olmadığını ayrı bir yazı konusu yaparak konuya devam edelim.

Bugünün dünyasında, rotanın paranın bile dijitalleşmeye yöneldiği dijital ağ, yapay zeka ve akıllı üretim olduğunu söylemek zor değil. Sanayileşme hamlelerini geçmişte başarıyla tamamlamış ülkeler hazırlıklarına çoktan başladılar bile.
teknoloji-savasindan-kim-galip-cikar-430719-1.
Teknoloji hızında küresel rekabet
Bilindiği gibi imalat sanayisini yeniden Amerika’ya taşımak Trump’ın seçim vaatlerinden biriydi. Günümüzde ABD, dünyanın en büyük ikinci imalatçısı olarak yer alıyor. Birinci sırada ise Çin var.

Çin hem imalat sanayide bugün birinci sırada yer alıyor, hem de son yıllarda teknoloji, AR-GE yatırımlarında muazzam bir atağa kalkmış durumda. Çin ve Japonya G20 ülkelerinin Ar-GE yoğunluğunun (Ar-Ge harcamalarının GSYH içindeki payı) üzerinde bir orana sahip olup son yedi yılda önemli bir hız kaydettiler.

Endüstri 4.0 da Doğu Asya ve Pasifik’teki bu hıza yanıt olarak verilmiş bir çabadır, zira çıkış manifestosunda da bu amaç belirtilmektedir.

Almanya’daki bu çıkışı takiben ilk olarak Obama hiç zaman kaybetmeden bu adıma ortak olmuş, ardından Trump da dillere pelesenk olan vergi reformuyla bu adımı devam ettirmişti. Dışa kaçmış sanayi yatırımlarını yeniden eve çağırma amacına dönük olarak hazırlanarak bu reformun ne kadar etkili olacağı şimdilik oldukça belirsiz olmakla birlikte, bütçe açığı ve borç yükündeki artış gibi olası sonuçları da tartışılıyor. Nitekim yeniden lider imalat ülkesi olma yolundaki küresel iddia için ABD de kendi rolüne hazırlıklarını yapıyor.

Mevcut duruma göz atmak gerekirse, 2002 yılından bu yana ABD sanayisi, Çin, Meksika, Brezilya ve Asya Pasifik ülkeleri başta olmak üzere dışa taşınıyor ve buna paralel olarak ithalat bağımlılığı da artıyor. Veriler, 2002-2015 arası ABD sanayi işgücünde %33’lük ciddi bir daralmaya işaret ederken, 2010 sonrası işsizlikte gözlenen toparlanma bu daralmayı tersine çevirmekten oldukça uzak, yetersiz kalıyor.

Çin’den karşı hamleye karşı hamle
Batı’nın, doğunun ucuz işgücü avantajını elinden almaya dönük bu hamlesine cevaben Çin’in de yeni bir stratejisi var.
Hatırlanacağı üzere, Çin’in yeniden şekillenen küresel rekabette nasıl bir pozisyon alacağı, yönünün nasıl olacağı, hangi ‘ekipmanla’ oyuna gireceği yani ucuz işgücü kartıyla oyunu domine etme çabasının sürdürülüp sürdürülmeyeceği tartışmalarından ‘Made in China 2025’ stratejisi çıkmıştı. Yeni teknoloji dalgasında, ne var ki Çin’in hamlesi endüstri 4.0’dan 4 yıl sonra geldiği için bu konuda liderliği çoktan kaptırdığını söyleyebiliriz.

Dümenin başına kim geçecek?
Bu sıkı sıkıya rekabetten henüz bir öngörü yapmak oldukça zor olsa da rekabetin niteliğini göz önünde bulundurarak temel çıkarımları yapabiliriz.

Her şeyden önce bu yarışta, bugüne dek insanına, adaletine, eğitimine en çok yatırımı yapmış, önceliği demokrasiye vermiş ülkeler hep beş adım önde olacaklar. Nüfus çokluğu, her evden üç çocuk beş çocuk çıkarma yarışı artık kar etmeyecek, önemli olan nüfusun bolluğu değil, kalitesi olacak yani bilgi ve becerileri olacak. Örneğin gayri insani şartlarda insanlarını çalıştırarak bugünün imalat devi haline gelen Çin artık bu avantajı elinde tutamayacak. Ve bu avantaja yeniden sahip olması ise çok uzun yıllarını alacak.


Bu yarışta Türkiye’den bahsetmek ise çok güç. Bunu konuşmak için adalet, eğitim, demokrasi vb çok temel noktalardan tartışmaya başlamak gerekiyor. Yani önce yarışa dahil olabilmek gerekiyor.