Türkiye’de ne zaman kritik tarihsel-toplumsal meseleler gündeme gelse egemen söylemin dili hazırdır: ‘onu tarihçilere bırakalım’! Fakat sözü edilen tarihçiler genelde sistemle mutabıktır ve bu nedenle ya açıkça sistemi savunmayı ya da ortadan konuşmayı tercih ederler. Zira ortadan konuşmak da gerilimlerin içine düşmemek için bir tür ‘çözüm’dür. Böylece yokmuş varsayılan tarihsel örtüler yerinde kalmaya devam eder.

***

Bu genel eğilimden bir sapma sayılabilir mi bilinmez ama bazen sistem tarihçilerinin de şaşırtıcı konuştukları görülmüştür. Bunun bir örneği Konyalı, Kürt bir ailenin çocuğu ama Türk tarihçisi olarak kabul görmüş Cemal Kutay’dır. Bugün artık hayatta olmayan Kutay, bir söyleşide Kemal Kılıçdaroğlu’na resmi tarihin ezberlerini bozan cümleler kurmuştu. Mesela neredeyse herkesin bir “isyan” olarak kabul ettiği Şeyh Sait hareketinin kesinlikle isyan olmadığını; Doğu ile Batı arasında bir müsavat isteyen vatandaşların merkezi idareye bir ikazı olduğunu söylemişti. Hatta “Cumhuriyet devrinde Doğu için çok yanlış bir politikanın takip edildiğine kaniyim diyen Kutay’a göre Doğuyu bir müstemleke telakki etmek sakat bir tatbikattı. Kaldı ki milli mücadelede Mustafa Kemal’in, bir yanında Erzincan Nakşibendî Şeyhi Hacı Fevzi Efendi, bir yanında Mutki Aşiret reisi Hacı Mustafa Bey vardı. Hacı Mustafa Bey Atatürk’e 25 bin altın vermişti. Ankara’ya geliş de onun sayesinde olmuştu, zira beş para yoktu.

Doğu’ coğrafyasında sistem tarafından yapılan işler kabul edilemezdi ve bölgedeki bazı kamu görevlileri bile bundan rahatsızdı. Mesela Mustafa Kemal’le beraber Samsun’a çıkan, daha sonra bütün Doğu’yu Hakkâri, Muş, Van baştan gezmiş olan İbrahim Tali Beyin (Öngören) şapka kanunu çıktığı zaman birçok insan şapka giymediği için tevkif edildiğinde karşı çıkmıştı.

***

Kutay’a göre 1937-38’de Dersim’de olan bitenler tüyler ürpertici, korkunç, insanlık namına ürküntü vericiydi. Umumi kanaat, orada da katiyen halkın karıştığı bir isyan hareketi olmadığıydı. Yani eşkıyalık denen hadise insanların yaşama kavgasından ve hükümetin olmamasından kopup gelen bir tabii vakıaydı, olay bundan ibaretti. Kutay bu bölgeyi de çok iyi biliyordu çünkü kendi isteğiyle 1936 yılında Alişer’le görüşmüştü. Bu görüşmeye dair notları da vardı ama dağınıktı ve yayınlanmamıştı. 1937 yılında başı kesilerek bir grup asker-subayın arasında bu haliyle resmedilen Alişer, Cemal Kutay’a göre, kendi adını taşıdığı büyük ceddi Alişir Nevai kadar rahat Türkçe konuşmuş, Yunus Emre’nin dili kadar akıcı Türkçeyle güzel Bektaşi ilahileri söylemişti. Bunları ifade eden Cemal Kutay bir de Cumhuriyet’in Alevilere dair politikalarına işaret eden şu soruyu sormuştu: Nakşibendîliği, Melamiliği benimsiyorsunuz da yedi göbek Türk tarikatı olan Bektaşiliği niçin reddediyorsunuz?

***

Kutay, söz konusu söyleşide Seyit Rıza’yla da Ovacık’ta görüştüğünü söylemişti. İlçe kaymakamı Hüsamettin’in lahiyasında da yer aldığı gibi, Seyit Rıza bölgede Jandarmanın yaptığı tazyikin kaldırılmasını istemişti ve aslında başka bir şey de yoktu. Ama gazetelerde ve resmi metinlerde Seyit Rıza ‘isyanın lideri’ olarak tanıtılmış ve binlerce insanın kırımı gerçekleştirilmişti.

Kutay, bir davet üzerine Sait Nursi’yle de görüşmüştü. Anlatılarına göre 1945-50 yılları arasında ‘Hakka Doğru’ diye bir mecmua çıkaran Bediüzzaman, Osmanlı milliyetçisi bir adamdı. En çok kullandığı tabir Türk millet-i necibesi’ idi. Kürt devleti kurmaya çalıştığı kesinlikle yalandı.

***

Cemal Kutay’ın söyleşideki şu cümlesi tarihin nasıl tersyüz edildiğinin bir itirafı gibiydi:Bu memlekete 154 tane kitap vermişim, bütün kalbimle inanıyorum ve her yerde devamlı olarak söylüyorum, ne Şeyh Sait İsyanı, ne Tunceli harekatı katiyetle bugünkü gibi ne bir bölücülük harekatı, ne bir bölücülük, katiyen değildi”. Ne var ki o coğrafyada on binlerin kırımı Kutay’ın ‘kesinlikle değildi’ dediği “isyan” gerekçesine dayandırılmıştı.

Türkiye’de tersyüz edilmiş tarih anlatısı bugün de sürüyor. Ama referansları çökmüş olarak. Cemal Kutay’ın anlatıları bu çöken referansların bir örneğidir. Bu yüzden tarihin, olduğu gibi yazımı ve gerçek bir yüzleşme her zamankinden daha güçlü bir talep olarak duruyor. (Söyleşi için bkz. Mesut Özcan, Dersim ve Madımak Söyleşileri, Doğan Kitap, 2016)