The Haunting of Bly Manor’un kesinlikler arayan ve sonuca daha hızlı varmak isteyenler için izlemesi keyifli bir yapım olduğunu söylemek zor.

The Haunting of Bly Manor: Kapalı anlatım hayaletli hikâye

Bundan iki sene önce The Haunting of Hill House dizisi ile korku janrı sevenler başta olmak üzere büyük beğeni kazanan, kalemi ve kamerası kuvvetli Mike Flanagan, antoloji serinin ikinci sezonunda Henry James’in Yürek Burgusu (The Turn of the Screw) isimli romanını uyarlamış. Anne babalarının ölümünden sonra yeğenleri Flora ve Miles isimli iki çocuğa bakmakla yükümlü bir amca tecrübesiz bir mürebbiyeyi çocuklara bakmak üzere işe almasıyla başlayan hikâye, izole büyük bir malikânede geçmekte. Farklı davranış biçimleri olan bu çocuklar, bir bahçıvan, bir kâhya, bir aşçı ve etrafta dolaşan hayaletler ile ürpertici bir atmosferi olan bu hikâye ilk sezonu kadar güçlü olmasa da sizi yaydığı tuhaf enerji ile yarattığı dünya içine çekmeyi başarıyor.

KESİNLİKLER ARAYANA GÖRE DEĞİL

Merak unsuruyla açılan hikâyesi, yüzleşmeler yaşanana kadar hayaletlerin hedefinin belirsizliği, anlam ve imgelerin yer yer eşleşmemesi ile cevapların bulunamaması noktasında hikâye çok uzun süre biraz fazla muğlak gelebilir. Aynı şekilde romanı okumak da sabır gerektirdi ve okuduktan sonra bazı cevaplardan gene tam emin olamıyorsun. Diziyi bir korku türüne ait olarak düşünmek de yanlış beklenti ve hayal kırıklığı oluşturabilir. Özellikle Hill House’a göre bunun, daha az korku ögeleri barındıran bir dizi olduğunu bilmek gerek. Hatta dizinin kendisi, her ne kadar, bu bir aşk hikâyesi diye, seyircinin bakış açısını manipüle etmeye çalışsa da, düğümler çözüldüğünde bu hikâyelerden etkilenmemişsen elinde bir aşk hikâyesi de kalmıyor seyircinin. Hayaletlerin varlığı da tam bir anlam kazanmayınca bir hayalet hikâyesi de olamıyor Bly Manor’da. Daha ziyade kayıplar, bilinçaltı, travmalarla ilgili, trajik neticelenmiş eski hikâyeler ile duygusal bir konusu var diyebiliriz. Kesinlikler arayan ve sonuca daha hızlı varmak isteyenler için izlemesi keyifli bir yapım olduğunu söylemek zor. Ama hakkını vermek istediğim bir konu var burada. Aynı zamanda bir kuramcı, bir eleştirmen olan Henry James’nin, romanlarında 'bakış açısı'nı en usta kullanan isimlerden biri olduğunu hatırlatmakta fayda var. Yazar tarafından dikkatlice ve tutarlı bir şekilde kullanılan bakış açısı, olayları toparlayıcı en işlevsel nitelik olabilir. Bu dizide de anlatıcıya dikkat edilirse, hikâye seyrinin bu nitelikten faydalandığını görmek mümkün. Yani seyirci için, hikâyesindeki belirsizlikleri, anlamı açık kalan yerleri toparlayıcı bir yardımcı olan bu anlatıcıya biraz daha kulak kabartmakta fayda var. 2007’de aşk sözcükleriyle açılan dizi, anlatıcının 1987’de geçen esas hikâyeye seyirciyi yolcu ederken kullandığı cümlelere dikkat veren kazanır diyorum.

‘KORKU JANRI ÖLÜYOR MU?’ TARTIŞILMALI

The Haunting Hill serileri büyük başlık olan ‘korku’ türüne ait değiller, bunlar aslında psikolojik ve dram ağırlıklı, hayaletli yüzleşme, hesaplaşma, iç yolculuk hikâyeleri. O yüzden yanlış beklenti ile hayal kırıklığı yaşamak gayet yersiz. Aynı ilk sezonunda olduğu gibi Bly’da da hikâye yavaş bir şekilde inşa edilmekte, atmosfer ve mekân kullanımları tamamen her şeyi domine etmekte, ana karakter gibi sizlerin de olayları şaşkınlık ve bilinmezlik içinde takip etmeniz istenmekte. Bu sezonda başta iki çocuk olmak üzere oyuncu performanslarına bayıldım. İlk sezonda Crain ailesinin duygusal anlamda en hasarlı kardeşi olan Nell Crain (Victoria Pedretti) bu sezonda başrolde oldukça akılda kalıcı ve ilginç bir oyunculuk sergiliyor. Gene ilk sezonun madde bağımlısı kardeşlerinden Luke Crain (Oliver Jackson-Cohen) ağır şiveli oyunculuğu ile atmosfere yakışan gerilimli tekin olmayan bir karakter portresi çizmeyi başarıyor. Serinin en tuhaf karakteri ise kahya Grose rolündeki, bundan sonra ismini daha sık duyacağımıza inandığım T'Nia Miller da çok başarılı. Bu arada biraz tuhaf bir denk gelme ama aynı romandan uyarlama olan The Turning isimli film de birkaç ay sonra vizyona girmeyi beklemekte. Evet o da korku değil, psikolojik diyelim şimdilik. Şimdilik dedim çünkü açıkçası bir sonraki benzer konuda, korku janrı ölüyor mu veya bildiğimiz korku bir alt janr olarak mı yer değiştiriyor, bu konuları mutlaka tartışalım derim.

Henry James’in romanlarından uyarlanan bazı filmler:

►The Innocents (1961)

►The Portrait of A Lady (1996)

►The Wings of the Dove (1997)

►What Maisie Knew (2012)

► The Aspern Papers (2018)