Tilt topu hissiyatı

Amerika’da refah dağılımı genele yayılıyor mu, yoksa sosyalist ve komünistlerin söylediği gibi azınlıkta mı yoğunlaşıyor? Aslında görüleceği gibi Amerikan kapitalizmi içinde üretilen refah, nüfusumuzun geneline yayılacak biçimde dağıtılmaktadır.”

1950lerde hazırlanmış bir propaganda filminde geçen bu sözleri, Amerikan rüyasının nasıl bir kandırmaca olduğuna dair bir belgesel yapan Joe adlı genç yönetmenin kurgu bilgisayarından duyuyoruz. Sonra Joe kendi metnini kaydediyor: “Bugün gülünecek derecede cahilce olduğunu herkesin kabul edeceği bu ifade, aslında 1955 yılı için bile oldukça şüphelidir. 20. yüzyıl ortası ABD’sinin mitolojik Altın Çağ’ındaki ekonomik eşitlik ve refah görüntüsü bile Amerikan kapitalizminin doğrulanması değil yoldan çıkışı olarak tanımlanmalıdır. 1970’lerden itibaren yaşananlarsa, 20. yüzyılın ilk yarısını belirleyen gelir eşitsizliğinin intikam için geri dönüşüdür. Ve artık ‘o eski güzel günler’in tekrar geleceğine dair hiçbir işaret bulunmamaktadır.”

Bu sahne 2017’nin pek bilinmeyen küçük hazinelerinden biri olan Tilt adlı bağımsız filmde geçiyor. Yaptığı belgesellerden para kazanamayan, hamile karısıyla küçücük bir evde dar gelirli bir hayat sürdüren Joe’nun giderek aklını yitirip kötüleşmesini anlatan film, bireysel korkularla toplumsal korkuların birbirini nasıl beslediğini gösteriyor.

Hikâyesi ABD başkanlık seçimlerinin hemen öncesinde geçen Tilt’de sık sık Trump’ın sesini duyuyoruz; ülkenin içinde bulunduğu politik çıkmazın karanlığını gösteren, gelecek kaygısı ve depresyona neden olan bir ses bu… Bir sahnede genç çift televizyonda konuşma yapan Trump’ı dinlerken adam kadının karnına dokunarak şöyle diyor: “Hey ufaklık! Bu yağlı, deli, iğrenç saçlı adam senin ilk başkanın olacak!” Karısı gülerek karşılık veriyor: “Bebeğimizi korkutuyorsun!”

Sanki bu politik durum başlı başına bir korku nesnesi değilmiş gibi bir de Trump maskesiyle karşılaşıyoruz: Joe bir gece vakti kurgu masasında çalışırken karısı onu Trump maskesiyle korkutuyor. İlerleyen sahnelerde bu maske meselesi evin kötü kokmaya başlamasıyla birleşiyor; bu leş kokusunun kaynağı olarak sunulan evin altı, bireysel ve toplumsal bilinçdışının karanlık derinliklerinde çürüyen bir şeyler olduğunu hissettiriyor.

Filmi etkileyici kılan asıl unsur bu görünür korkular ve somut örtüşmelerle yetinmeyip sistemin dayatmalarını ve iktidar ilişkilerinin altını çizmesinde ortaya çıkıyor. Bu dayatmalar karşıt seslerin olmayışının yarattığı çözümsüzlük hissiyle birleşince, filmin dokusunu yoğun bir varoluşsal tedirginlik kaplıyor.

Filme ismini veren ‘tilt’e gelince… ‘Pinball’ da denen bu oyunda bir yay mekanizmasıyla fırlattığınız topun deliğe düşmeden önce olabildiğince dolaşıp puan toplaması gerekiyor. Ama yayın sertliği, topun dönüşü vs gibi birçok değişken yüzünden topun istikametini kontrol edemiyorsunuz. ABD’de yaşayan İranlı yönetmen Kasra Farahani’nin Tilt’de söylemeye çalıştığı şey bu işte: gündelik hayatımızı çoğu zaman o tilt topu gibi yaşamaya mahküm ediliyoruz.

Bu tespitin doğru yanları kadar yanlış yanları da vardır elbet, ama böyle bir küresel kapitalizm ortamında, hele bir de kendisi gibi olmayan herkesi düşman ilan eden iktidarların -’başgan’ların- yönlendirdiği, sadece kapitalist değil aynı zamanda baskıcı bir ortamda yaşıyorsanız bu ‘tilt topu hissiyatının’ epey gerçekçi bir analiz olduğunu teslim etmek lazım.

Ama bugünün Türkiye’sinde de de kolayca çekilebilecek Tilt’in yarattığı bu karamsar bakışın gerçekçi temellerde yükselmesi kaderci bir teslimiyeti gerektirmiyor tabii, çünkü sonuçta her ne kadar tilt topu hissiyatı yaşasak da tilt topu olmadığımızı, topu yönlendirme üzerine değil de oyunu bozma üzerine kafa yormak gerektiğini, maskeye değil maskenin ardındaki gerçekliğe bakmamız gerektiğini biliyoruz.