Küresel ekonomi dünyanın tüm ekonomilerinde düşük büyüme döneminde. Krizin bastırılması, açılan yaraların üzerinin kapatılmasının ardından, artık dünya kapitalist sisteminin ağır hasta yürüdüğünü söylemek mümkün. Zamanında bu virüsün tüm ülkelere yayılmasının en büyük aracısı olan IMF, bugün büyük iktisadi-siyasi ve toplumsal sorunlarla boğuşan dünya ülkelerini her ay daha olumsuz bir tabloya hazırlıyor. En son yayınlanan Dünya Ekonomik Görünüm raporunda büyüme tahminlerini yine aşağı yönlü güncelleyen IMF, Çin başta gelişmekte olan ülkelere dikkatleri çekiyor. Bakıldığında Türkiye için Ocak ayı büyüme tahminini Nisan’da yüzde 0,6 artırsa da, nedeni olarak gösterdiği asgari ücret zammının iç tüketimi pompalayacağı tahminiyle bunun kısa süreli bir etki yaratacağını biliyor olmalı ki 2017 büyüme tahminini de aşağı çekiyor. Burada altını çizmekte yarar var, 2016 tahmininde daha iyimser davranmaya karar veren IMF, Avro Bölgesi’ndeki toparlanmayla Türkiye ihracatının da ivme kazanacağını öngörmüş. Türkiye ekonomisini Türkiyeli uzmanlardan daha iyi bildiği su götürmeyen IMF bilmez mi ki burada işler artık piyasa rasyonalitesi ile değil, Saray ve erkânının kısa vadeli çıkarımları ile yürütülüyor.

Çok açık ki dünün dostlarının çok hızlı bir zaman dilimi içerisinde Saray tarafından ülkenin düşmanı-tehdidi haline getirilebildiğine tanık oluyoruz. Diplomatik veya iktisadi ilişkilerin ‘kayseri pazarlığına’ dönüştürüldüğü bir ülkede maalesef ekonomiden de kendi rasyonalitesi içinde bahsedemez hale gelmekteyiz. Özellikle yüzde 50’ye yakın ihracatımızın gerçekleştiği AB ülkelerinin Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP) anlaşmasını imzalamasıyla birlikte Türkiye’de ciddi bir refah kaybı kapıdayken, ‘kabadayı’ çıkışların sadece ‘tek adamlı, yalnızlaşan ülke’ propagandasına yaradığı ortada.

Kaldı ki parti ve hükümet içindeki yarıkların her geçen gün daha da açılmasıyla daha agresif bir üslubu sergileyen Saray demeçleri ve hamlelerinin ülkeye verdiği ekonomik zarar da ortada.

Yine AB gündemi üzerinden gidersek; Türkiye yüzde 90 ihracatını imalat ürünleri üzerinden yapıyor. İstihdamın yüzde 19’unu barındıran imalat sektörü ihraç ettikçe ülkeye döviz geliri kazandırıyor. Dediğimiz gibi en büyük ihracat partneri ise AB ülkeleri. Sözün özü AB’ye bugün kafa tutmak (ihracat rakamlarıyla) 16 milyar dolara, 5 milyon çalışanın bulunduğu sektöre balta vurmak anlamına geliyor. Bir diğer ifadeyle kirli pazarlığı sonucu almayı beklediği 3 miyar dolar için birçok işçinin, emekçinin canını yakmaktan, işlerini tehlikeye sokmaktan başka bir anlama gelmiyor.

Dolayısıyla Türkiye açısından da şöyle bir soru daha kaygılı hale geliyor: ‘İyi de bundan sonra ülke nasıl para kazanacak, ne satacak, kime satacak?’

Önce bilançoya bakalım; cari açık Mart ayı rakamları itibariyle son 5 yılın en düşük seviyesinde gözükürken, esasında açık verecek bir ekonomik işin yaratılmadığını gösteriyor.
2015 yılının Ocak-Mart dönemine göre 2016 yılının aynı döneminde ihracat yüzde 6 gerilerken, ithalat yüzde 12 gerilemiş. Dolayısıyla hali hazırdaki diplomatik ve iktisadi ilişkilerle kaynağı ithalat olan ihracatın kısa vadede de durumu pek aydınlık gözükmüyor. Bu karanlık tabloya bir de ‘düşman Rusya’, ‘vizeyi de parayı da vermeyen, vermezse de vermesin” olan AB, S. Arabistan Kralı Selman dostluğuyla her an bir gerilim bekleyebileceğimiz İran vb giderek çoğalan vakaları eklediğimizde gelecekte ülkenin gelir yaratmadaki sorununun daha da ciddileşeceği kaçınılmaz hale gelmektedir.

Ticaret dengesi bu şekilde altüst olmuş durumdayken, AKP büyüme modelinin en sevdiği kaynağı olan sermaye girişlerine bakalım. Portföy yatırımlarındaki düşüş devam ediyor. Mart 2016’da çıkış 11 milyar doları gösterirken cari açığın yüzde 35’ini net hata noksan kaleminin yani ne idüğü belirsiz paraların üstlendiği gözükmekte.
Kısaca, bugün açıklanan ödemeler dengesi bilançosu ve makro göstergeler ekonominin nereden geldiği paralarla finanse edilmekte olduğunu, sermayenin uzaklaştığını, ihracat pazarının siyasi çıkarımlarla tehdit altında olduğunu gösteriyor. Geriye de bir tek konut, arsa rantı, doğa yağması vb işler kalıyor ki son zamanlardaki satış ve inşa hızı, yakın bir zamanda yaşayabilecek alanımızın kalmayacağına işaret ediyor.

Daha makro açıdan ise kapitalizmin merkez ülkeleri ve kurumlarının küresel entegrasyon çizgisinden ikili, bölgesel ticaret anlaşmalarına döndüğü bu eksende Türkiye’nin iktisadi ve siyasi anlamdaki yalnızlaşma süreci Saray rejimi etrafında her geçen gün daha da hızlanıyor. Lakin iktisadi anlamda katbe kat daha fazla bedelini ülke emekçilerine, işçilerine ödeterek.