Türkiye kritik bir dönemden geçiyor. Tam anlamıyla tarihsel bir kırılma noktasına doğru ilerlediğimizi söyleyebiliriz. Ülke yaklaşık yüz yıl sonra yeniden tarihsel bir hesaplaşma eşiğinde bulunuyor. Toplum, orta vadede belki de son kez kaderini yeniden belirleyecek. AKP iktidarı, sistem içi herhangi bir mutabakat arayışına bile girmeden, buna gerek bile duymadan kendi dar “ideolojik” amaçlarını, diğer bir ifade ile fantastik İslamcı düzen modelini bütün topluma dayatıyor.

İslamcı iktidar, tarihsel fırsatlardan yararlanarak güç kazanan ve egemen sınıflar arasında kendine alan açan bir sermaye fraksiyonunun programından başka bir anlamı olmayan bu “dar ideolojik” hedeflere uygun bir rejimi bütün kurumlarıyla inşa edebilmek için sonuç alıcı bir hamleye hazırlanıyor. Zamanında yapılsın ya da yapılmasın en geç 2023 Haziran ayında gidilecek olan önümüzdeki seçimlerin anlamı budur. Dahası, 2023’te hiç yapılmasa da ülkenin yönünü bir kez daha tayin edeceği bir hesaplaşmaya hazırlandığı gerçeği değişmiyor.

Bütün gücünü yitiren, ittifak ilişkileri dağılan, başta ABD ve Batılı ülkeler olmak üzere dış destekleri büyük ölçüde geri çekilen Erdoğan-AKP iktidarının tek meşruiyet kaynağı seçimler oluyor. Bu nedenle Erdoğan’ın seçimlerden kaçması zor görünüyor. Çünkü bu meşruiyet kaynağını da yitiren İslamcı hareketin iktidarını sürdürmesinin imkânsız olduğunu görmek gerekiyor. Zaten tarihsel bir arıza, hatta kaza olduğu söylenebilecek İslamcı-faşizan AKP iktidarının “suni denge” üzerine kurulu yönetimini sürdürmesi imkânsız oluyor.

SEÇİMLER VE İSLAMO-FAŞİZM

Unutulmamalıdır ki, bütün dinci-faşizan ya da İslamo-faşist rejimlerde sandık, yani seçimler esas olarak iktidarın onaylanma kurumu olmanın ötesine geçen bir işleve sahip bulunmuyor. Seçimler, iktidarın kaynağı olarak halk iradesinin gerçekleştiği bir kurum olmaktan çok, iktidarın kaynağı olarak görülen kutsal esin (Tanrısal kelam / vahiy) adına yapılan iş ve eylemlerin onaylandığı bir etkinlik olarak anlam taşıyor. Çünkü İslamcı rejimlerde, “egemenlik kayıtsız şartsız milletin” değil, Allah’ın, Allah adına onu temsil eden İslamcı lider ve kadrosunun oluyor.

Necip Fazıl Kısakürek iktidarın kaynağının “millet” değil “Hak” yani tanrı olduğunu, bunun da Hakkın temsilcileri eliyle yürütüleceğini açıkça yazıyor:

“Bütün kuvvet tevazünü, bütün temsil kutbu aynı kök ideolocyaya bağlı olarak, ‘Başyüce’ ile ‘Yüceler Kurultayı’ arasındadır. Yüceler Kurultayı, Başyüce’de kendi manevi şahsiyetinin öz eliyle seçilmiş icra ve temsil birliğini; ve Başyüce, Yüceler Kurultayı’nda kendi icra ve temsil birliğinin, üstün güzidelerden mürekkep, murakabe ve muhasebe kadrosunu bulur.

“Öyle ki, ‘Yüceler Kurultayı’ havai (başıboş) kitle reylerinin (oylarının) kemmiyet (nicelik, miktar) dalgalanışındaki hikmetsizliğe zıd olarak, daima kendi kendisini tekmil ve inşaya ve daima hak ve hakikate memur, giderken; onun ve devletin kafası olan ‘Başyüce’ yine onun seçiminden gelerek, hak ve hakikatin milletüstü manasıyle hak iradesine bağlı cephesini en ince ahenk içinde telif eder” (N.F. Kısakürek, İdeolocya Örgüsü, Büyük Doğu Yayınları, 21.Baskı, 2014 İstanbul, s. 288).

Necip Fazıl’ın yazdıkları, İslami terminoloji ile ifade edilen tipik bir faşist rejim kurgusudur. Hakkı temsil edenlerin iktidarı başıboş kitlelerin oylarının dalgalanmasına bırakılamaz. İslamcı iktidarının kaynağı, oyların dağılımı ya da çoğunluğunu alıp almaması değil, kutlu davaya bağlılığıdır. İktidarın kaynağı Tanrı ve onun sözü olan kutsal metinlerdir.

Başta Erdoğan olmak üzere, AKP lider kadrosunun Necip Fazılcı oldukları bilgisini akılda tutarak –ki daha önce bu konuyu yazmıştık- belirtirsek eğer; İslamcı iktidar önümüzdeki seçimlere her ne pahasına ve hangi yöntemle olursa olsun kazanmak için girecektir. Bu nedenle, hiç kuşku yok ki, kaybedeceklerini gördükleri ya da her yol ve yöntemi denedikleri halde kazanamayacaklarını anladıkları zaman masayı devirmeye kalkışacaklardır. Muhalefet, ülkenin demokratik güçleri ve sol, 2023’e bu güçlü olasılığı hesap ederek hazırlanmalıdır.

DİNCİLİK VE FAŞİZM

Türkiye, kökleri Osmanlı’ya uzanan bir derinliğe sahip olan, 200 yıllık modernleşme ve aydınlanma çizgisinde köklü bir rota değişikliğine zorlanıyor. Akıl ve bilim merkezli bilgi anlayışının yerine Tanrı/ inanç merkezli bir bilgi anlayışı geçireli çok oluyor. Ülke bir oldubitti ile karşı karşıya bırakılıyor.

Bu hedefleri gerçekleştirmek için, AKP iktidarı gerektiğinde şiddet kullanmaktan kaçınmıyor. Adli ve polisiye zorbalık dönemin karakteristiği haline geliyor. Çok açık şekilde, islamcılık, milliyetçilik ve ırkçılıkla kolaylıkla buluşuyor. Ümmetçilik, içi dinci milliyetçilikle doldurulan ideolojik bir motif olmanın ötesine geçemiyor.

Ergin Yıldızoğlu, Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan 9 Haziran 2022 tarihli yazısına aşağıdaki saptamayla başlıyor.

“Din siyasallaşarak iktidarı arzulayan bir harekete dönüşünce, hızla ırkçılık ve milliyetçilikle buluşuyor, hızla faşistleşiyor, otoriter/totaliter bir toplum inşa etmeye başlıyor.”

Yıldızoğlu’nun teorik yaklaşımının önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü, son çözümlemede bir Ortaçağ ideolojisi olan dinin, siyasallaşarak modern çağa taşınmasının yol açacağı sorunları kavramak bakımından zihin açıcı bir açılım sunuyor. Doğası gereği, tek doğrucu, buyurgan, merkeziyetçi ve totaliter olan, akılcılıktan kopuk din ve İslamcılık, bir iktidar aracı haline geldiği hallerde kolaylıkla faşist bir karakter kazanabiliyor. Türkiye’de AKP iktidarının kazandığı faşizan karakterin –ki doğrudan dinci bir faşizme evriliyor- kaynağında yatan neden ve olgu budur.

ÖNCE YAKIN VE VAHİM TEHDİT

İktidarın İslamcı-faşist bir düzeni inşa faaliyetleri sürüyor. Örneğin hükümet, bütün eğitim düzenini imam hatipleştirecek gerici düzenlemeyi zorla yerleştirmeye çalışıyor. Kimseyi dikkate almıyor, tartışmıyor, uzlaşma aramıyor, başka inanç ve felsefi eğilimlere itibar etmiyor. Sünni-Eş’ari İslam’ı resmi ve egemen bir öğreti olarak bütün ülkeye dayatıyor. Böylece toplumun birleştirici çimentosunu parçalıyor.

Modern ulus kavramı ve olgusu derin şekilde yaralanıyor. İnsanlar sınıfsal/ sosyal konumlarına göre tanımlanır olmaktan çıkıyor, Toplum kesimleri etnik ve dinsel kimliklerine iade ediliyor. Olası cumhurbaşkanı adaylarının bile dinsel kimlikleri (Alevilik) bütün tartışmaların önüne geçebiliyor. Toplum temposu hızlanan bir baskılamayla yeni bir ortaçağa itiliyor. Türkiye, bir vakuma yakalanmış gibi, İslam dünyasının hala devam eden Ortaçağının içine çekiliyor.

Tarihsel görev, öncelikle yakın ve vahim tehlikeyi etkisizleştirmek ve dinci-faşist hareketi yenilgiye uğratmaktır. AKP iktidarı gittikten sonra ne yapılacağını tartışmak elbette önemlidir. Geleceğe ilişkin fikri bir hazırlık yapmak her zaman işe yarar. Ancak, bunu öncelikli bir iş haline getirmek, bugün gericiliğe ve faşizme karşı mücadeleyi, gelecekte yapılacak işler konusundaki mutabakat (asgari de olsa) şartına bağlamak tam bir aymazlık olacaktır.

Önce kazanmak, İslamcı faşist hareketi yenilgiye uğratmak, iktidarı almak gereklidir. Daha sonra ne yapılacağını tartışırsak bu tarihsel görevi yapmak mümkün değildir. Alman sosyal demokratları ile komünistlerin tartışmasını tekrarlamanın anlamı yok. O tartışma ve bölünmenin, zamanın kolaylıkla ezilebilecek Nazileri iktidara getirdiğini ve dünya yakılıp yıkılmadan gitmediklerini biliyoruz. İktidarın yıkılma fırsatı önümüze gelmiş bulunuyor, önce bu işi yapmak gerekiyor. Ardından ne yapılacağını ise sonra tartışırız.

Türkiye liberal aydın ihaneti nedeniyle çok zaman, güç ve kan kaybetti. Toplumun yeni bir entelektüel aymazlığı ve siyasal ahmaklığı kaldıracak hali yok. Çünkü, yarın çok geç olabilir.